Mehmet Ali Öztürk, düşünen
ve düşüncelerini açıkça yazan ve yayan bir kardeşimiz. Soru da sorar, cevap da
verir. Yalnızca düşünce de kalmaz, aynı zamanda eyleme de geçirir yani.
Pek bir isabetle sormuş
gecenin bir yarısı: “Düşünüyorum,
öyleyse varım: Descartes, Hissediyorum, öyleyse varım: Gide, isyan ediyorum,
öyleyse varım: Camus. Ben neyim?”. Sorusunu bizatihi adımızı
da zikrederek yönlendirdiği için biraz fikir antrenmanı yaptık soru
doğrultusunda. Ve aşağıdaki kısa metin çıktı ortaya. Belki sorularına cevap olmayacak
ama az da olsa düşünce semalarında dolaşmaya yardım edebilir ümidiyle…
Dikkatli göz şunu görür:
Yukarıdaki tanımlamaların
tamamında ‘var’ olduğunu ispata çalışanlar mevcut. Hatta, ‘inanıyorsam varım’
diyenler bile bir ‘var’lık iddiasında. Ve hatta Sait Bey bile hep ‘var’lık
iddiasının çeşitli tanımlamalarını yapmış. Herkes, ama herkes ‘var’ olduğunun
ispatı derdinde.
Koca bir yılı bin bir
zahmet içinde ve kozasının sınırlarında geçiren böceğin, bir günlüğüne ama
sadece bir günlüğüne kanatlanarak dünyayı teşrifi ve bu zaman içinde yapması
gereken hizmetlerini bilfiil ve tamam olarak yapması ve gitmesi, hiçte varlık
iddiasında bile bulunmadan.
Kozasında yaşayan
insanların, kozasını delerek dışarıyı görmesi ve oradaki hayata intibak etmesi
pekte mümkün görülmüyor. Öncelikle, kozayı fark edip kendisinin kim olduğuna
karar vermelidir.
Mehmet Ali Öztürk sorusunu
şöyle sormuştur: “Ben neyim?”
Ben, kimim? Şeklinde sorsaydı
daha anlamlı olurdu. Kim, insanı tarif eden sorudur. ‘neyim’ ise maddeyi
tarifler ve amaca eksik hizmet eder.
Erenler şöyle sormuştu bir
makalesinde: “Dünya da mı yaşıyorsun, dünyan da mı?”
Kendi hayallerimizde kurduğumuz
bir dünyadır bizimkisi. Kelebek böceğinin kozası kadar. Fakat o kozasını delip
çıkar da, biz kendimizin sınırladığı küçücük dünyaya razı olup gideriz.
“Kim”, ‘kimlik’ iddiasından
evvel, ‘Kim’den olduğunu fark edip, ‘Kim’e doğru yollandığını anlar ve yolunu
bilinçli olarak yönlendirirse, artık onun ne var olduğunu ispata, ne de
kendisinde bir varlık olduğunu düşünmeye ihtiyacı kalmaz. Öyleyse ‘Sonsuzluğun’
bile artık sınır kabul edildiği düşünce dünyasında ilerleyebilmek, ancak ‘Kim’
ve ‘kim’den olduğunu bilmekten geçiyor.
Bunun yolu da daima
söylenildiği gibi:
“Türk, titre ve kendine dön’
Manasında gizlidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder