Okul bitirip diploma
alarak, cehaletten kurtulabileceğini sanan cahiller memleketinde, cehli
yükseltebilmek için açılan mektepler, o mektepleri açanların aynı zamanda oy
depoları olmaktadır. Her şeyi diploma ile ölçenler oldukça, onlarda
iktidarlarını uzatabilmenin çeşitli yollarından birisi olarak, bu yolu da
kullanacaklardır. Nitekim pek çok konuşmalarında ‘Türkiye’nin bütün
şehirlerinde yüksek okulları açtıklarını’ söylemediler mi? Her ilçeye bir
yüksek okulu açacaklarını haykırmadılar mı?
Tekrar söylemekte fayda
var. Yüksek okulları her ile yayarak, her ilçeye bir bölüm açarak cehaleti
sıfırlamayı düşünüyorsanız yanılırsınız. Kütüphanesi olmayan fakülteye okul
bile denilemez. Hocası olmayan dört duvar arasına nasıl yüksek okul ismi verirsiniz?
Hocaların seyahat ederek ders vereceği mekâna varması gibi ucube eğitim sistemi
olabilir mi? Bu tip sistemlerde ancak tahsilli cahilleri yetiştiririsiniz ki,
ancak kendinize oy verecek insanlar olur böyleleri.
İl ve ilçelere okul
açmadaki amaçlardan biri de, o il veya ilçenin ekonomik kalkınmasının
sağlanmasına açılacak okulların yardımcı olması. Okul açılacak, ilçeye öğrenci
gelecek, esnaf ekmek satacak, ev sahibi ev kiralayacak, nakliyeci öğrenci
taşıyacak ohhh.. ne ala herkes kâr edecek. Ya öğrenci? Öğrenciye ne olacak.
Tahsil yılları sonunda koca bir cahil olarak o il veya ilçeyi terk edip
memleketine varacak, elinde bir diploma. Hiçbir işe yaramayan bir kâğıt
parçası. Bu mudur eğitim, bu mudur ileri demokrasi yıllarında yetiştirilecek
Türk gençliği?
Bu çarpıklıktan kurtulmak,
her yere üniversite kurmak değil, her vatan evladını bir meslek sahibi
yapmaktan geçer.
Eğitim düzeyleri ancak
ortaöğretim seviyesinde olanların düşünebilecekleri uygulamalardır bunlar. Bir
tartışmada, değerli dostumuz Abdullah Alagöz şöyle diyor: “Orta öğretimi bitirenler üniversiteleri
lise seviyesine indirgemeye başladılar. Bir nesli yok ettiler”.Ne
dersiniz, Hakk’lı değil mi Alagöz? Amaçları millet evladının cahil bırakılması
ve istedikleri oyları rahatlıkla alabilmeleri olabilir mi? Aslında bu politika,
küresel güçlerin hepsinin ortaklaşa uyguladıkları bir politikadır. Öncelikle 1.
Cahil bırakmak ve 2. Aç kalmalarını sağlamak. Böylece, aç kalarak sana muhtaç
olacaklar, cahil kalarak düşünemeyecekler veya sen istediğin kadarıyla
düşünecekler. Böylece oylarını daima sana ve benzerlerine (yerine gelenlere)
zahmetsizce vereceklerdir.
Siyasiler her ne kadar “popüler kararlar almayacaklarını”
söyleseler de, popülist politikaların uygulamasından kurtaramazlar kendilerini.
Üyeleri, taraftarları, geniş halk kesimleri, kendilerine oy verenlerin
taleplerini dikkate almak ve uygulamak zorunda hissederler, zira bir sonraki
seçimlerde de aynı kişilerin oylarını almak hedeflerindedir. Oy’u asla
unutmazlar.
Popülizmin sonu sefalettir.
Öylesi bir sefalet ki, sari hastalık gibi, memleketin dört tarafını kısa bir
sürede sarar. Her ağızdan “biz
de isteriz” haykırışı çıkar. Halkın taleplerine kulak
tıkarsa siyasi, destekçilerinde azalmalar görülür. Onların isteklerini yerine
getirseler, ekonomik ve kültürel felaketlere yol açar. Nerden bakılsa elinde
patlayacak bir bombadır popülizm siyasi için. Uygulasa da, uygulamasa da. Bu
ikilemden kurtaramadığı için kendisini siyasetçi ülke sathına
yaygınlaştırılmıştır yüksek okullar. Sanırım henüz bu kararların hatalı
oldukları anlaşılamamıştır. Yaygınlaştırma kararı yeni(ce)dir. Bir-kaç dönem
mezun vermesi ve sonuçların görülmesi, üzerinde analizler, değerlendirmeler
yapılması gerekecektir.
Sonuçta, pişmanlıklar
ortaya dökülecek, lakin son pişmanlık fayda etmeyecektir.
***
Cahilin Savaşı
“Savaşa Hayır” çığlığı atanlar, savaş
istemeyenler mi oluyor? Savaş isteyen var mı? Savaşı kimler ister? Niye durup
dururken savaşa hayır derler?
“Yurtta sulh, cihanda sulh”
özdeyişi kimlerin ağzındadır ve niye söylenilmiştir? O günün sulhu
dillendirenleri ile, bugünün ‘barışı’ söyleyenler acaba aynı manaları mı
dillendirmekteler?
Karıştı. Anlamlar biri
birinin içine girdi. Ne ‘barış’ diyenler var bu ülkede, ne de ‘savaş’
isteyenler. Kim, ne dediğini biliyor? Bildikleri kendine ait olmayan lafları
tekrardan ibaret.
Şu cümleye bakar mısınız: “Silahların gömülmesine belki hala vakit
var ama Türkiye’nin kendi halkıyla barışması, hak ve özgürlüklerin tanınması,
Kürt meselesinin çözülmesi, hakların geri verilmesi anlamında konuşma devresine
geçilmesi çok önemli”. (Mete Çubukçu, 9.5.13, t24 com).
‘kendi halkıyla barışması!’ kimler söyletiyor dersiniz? Küs olan mı vardı?
Devletin küstükleri mi vardı? Bu ne menem bir cümledir? Salla gitsin.
At bre Debreli Hasan,
dağlar inlesin.
Not: Konu hakkında
söylenecek çok söz var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder