Usta aktörlerin, her kılığa
girdikleri tek kişilik oyunlarda seyri doyumsuzdur. Vücutlarını, mimiklerini,
seslerini kullanışları ile koca sahneyi doldururlar, sanırsınız ki, binlerce
kişi resmigeçit yapıyor. Acemisine (kötü oyuncu) denk gelirseniz, “bir an önce bitse de gitsem” diye
düşünürsünüz. Çekilecek gibi değildir. Salon sizi sıkmaya başlar, etraftaki
seyircilerden yükselen homurtular iyice rahatsızlık verir. Bir fırsatını
bulduğunuz anda da çıkar kurtulursunuz.
Kelimelerin anlamını
yitirdiği anlar vardır. Ya hiçbir şey anlayamazsınız, ya da duyamazsınız.
Sübjektif algılamalarda ise, aslında birisinin yönlendirmesi kaçınılmazıdır.
Ustaca yönlendirmeler, tereyağından kıl çeker gibi incitmeden yerleştirilir
beyinlere. Acemi düzenleyicilerin ise, her bir kelimeleri balyoz gibi iner
kafalara, artık ne anlarsan.
Helikoptere biniyor ve
köprünün yapılacağı yeri tespit ediyor. Kanun yazıcıları yanına çağırıyor
cümleleri dikte ediyor. Ressamın yanında sarı ve kırmızı renklerin ağırlıklı
olması halinde tablonun daha iyi olacağını anlatıyor. Gazete yazıcısına o günün
konusunu veriyor, birkaç da cümle ilave ediyor. Yapılan caminin mühendisine
hangi marka çimentoyu kullanması gerektiği konusunu talimatlıyor. Birleşik Arap
Emirlikleri’nde yapılmakta olan bir tarihi eserin mimarına olması gerekenleri
söylüyor, düzeltiyor. Akil adamlar lafını beğenmeyip, akil insanlar denmesinin
daha doğru olacağını ileri sürüyor, çünkü o grupta kadınların da çalışma
yapmasının gerektiğini öngörüyor, bu nedenle adam değil insan denilmesini
istiyor…
Maşallah bilmediği konu
yok, akıl veremeyeceği, düzeltemeyeceği bir problem yok. Her şeyi biliyor ve
her şeyin kendi bildiği gibi olmasını arzuluyor.
Her rolü rahatlıkla
oynadığını sanıyor. Mühendis oluyor, polis oluyor, vatman oluyor, kaptan
oluyor, şoför, kürekçi, ekmekçi, sucukçu, ebe, doğum kontrol uzmanı, kanun
yazıcısı, anayasa yapımcısı… Her şey ama her şeyi o biliyor ve bildiği gibi olmasını
istiyor. Sırasında da ‘müşavere’den bahsediyor.
Ama kötü bir oyuncu.
Bağırdığı zamanlarda, hatalar yapıyor. En iyi bildiği hitabet konusunda, ezbere
bir-kaç cümle söylemek zorunda kalsa karizmayı çizdiriyor. Yürürken yaptığı
külhani davranışlar, konuşmalarından daha fazla oy topluyor. Halk kendisine
benzetiyor. Yürüten ayakkabı, gösteren elbise olduğunu fark ettirmemeye çalışsa
da, dikkatli gözlerden kaçmıyor. Her gün değiştirdiği kıyafetlerini bazı
zamanlarda halk giysisine benzesin inceliği ile kareli, çizgili kumaşlardan
tercih ediyor. Dinleyicileri bayılıyor bu duruma. Kendisi de farkında ki, sık
başvuruyor bu yola.
Aynı oyunun binlerce kez
tekrar oynanması sebebiyle seyircilerde bıkkınlık getirdi. Dinlemek
istemiyorlar artık. Oyun bitse de gitsek diye düşünenlerin sayısı günden güne
artıyor. Bu gerçeği, sahip oldukları sermaye gücü ile medyayı da kullanarak
ört-bas etmeyi becerebiliyorlar. Doğrusu çokta ustaca kullanıyorlar algı
yönetimini.
Öyle ya, kendisi biliyor,
millet bilmiyor ve kendisi nasıl isterse millet de öyle düşünmeye mecbur. Öyleyse
yapılması gereken;
Anadolu’ya heyet göndererek
yapılanları anlatmak ve milleti ikna etmek. Zaten öteden beri yaptıkları bu.
Mühendislik uygulamalarıyla, toplumu istedikleri gibi yoğurmak.
Uygulamaya konulan akil
adamlar öncelikle terörist başı Öcalan’ın talebidir. (Hiçbir şey vermedik sözü
havada kalıyor). Birde çok sevdikleri Damat Ferit’in bir uygulamasından
mülhemdir. Mondoros Mütarekesi’ni millete anlatmak ve ikna etmek üzere
Anadolu’ya heyet gönderilmişti. Şimdikilerin yaptığı bunun kötü bir taklidi.
Damat Ferit’in Heyet-i Nasiha’sı “Anadolu’yu
adım adım dolaşarak halkın, haklı ve yasal isteklerini dinleyerek herkesi irşad
ve tenvir ederek, muhtelif unsurlar arasındaki eski sevgi ve muhabbeti ihyaya
çalışacaktır.” (atam.gov.tr). Avrupa’nın propagandası
şuydu; “Osmanlı devletinde yaşayan Hıristiyanları
Türk zulmünden! Kurtarmak” için, Yunanistan’ın Türk
topraklarını işgalini istiyorlardı. Heyet-i Nasiha’nın görevi bu propagandaları
bertaraf etmeye yönelikti. Şimdiki ile bayağı benzer tarafları var. Yine Türk
zulmü! Söz konusu, yine halkı aydınlatma söz konusu, yine milleti yönlendirme
söz konusu. O gün, heyet, Türklere, Rumlara eziyet etmeyin sözünü telkine
gidiyordu, bugünküler ise, PKK’nın eli silahlı militanlarının ellerini kollarını
sallayarak sınırlarımızı terk etmelerinin iyi olacağı gibi bir fikri anlatmak
üzere, milletin beynini yıkamak üzere yola çıkacaklar.
Aktör, oyunun en sıkıntılı
yerinde. Artık sesini duyuramıyor. Gırtlağı patlayacak derecede şişerek
bağırıyor. Derdini anlatamıyor. Önümüzdeki mahalli seçimler için şimdiden,
devlet kesesinden propaganda elemanları çalıştırıyor. Heyetin tamamı, PKK
sever, bölücü, yandaşlar… Kürt milliyetçisi var, Arap milliyetçisi var, Avrupa
(AB) milliyetçisi var, NATO milliyetçisi var, ABD milliyetçisi var, İngiliz
milliyetçisi var… Türk milliyetçisi yok. Damat Ferit kadar bile demokrat
olamayan, ileri demokratların yaptıkları bunlar buyurunuz!
Aralarında bir de arkadaşım
var. (Mektepten… Uzun yıllar soğuk, ayaz Beytepe havalarında uzun uzun
sohbetlerimiz olmuştu. Nasıl olduysa oldu. Taraf değiştirmiş. Bir yandaş
gazetede köşe de verdiler, ara sıra TV’lerde boy gösteriyor. Başarılı olmasını
istemem. Ayağı sürtecek, Dili sürçecektir.
Ümit ederim.)
Tek kişilik oyunun aktörü
yuhalanmaya başlandı.
Sahneyi terk etmek
mecburiyetindedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder