7 Mayıs 2013 Salı

Tek Kişilik Oyun



Usta aktörlerin, her kılığa girdikleri tek kişilik oyunlarda seyri doyumsuzdur. Vücutlarını, mimiklerini, seslerini kullanışları ile koca sahneyi doldururlar, sanırsınız ki, binlerce kişi resmigeçit yapıyor. Acemisine (kötü oyuncu) denk gelirseniz, “bir an önce bitse de gitsem” diye düşünürsünüz. Çekilecek gibi değildir. Salon sizi sıkmaya başlar, etraftaki seyircilerden yükselen homurtular iyice rahatsızlık verir. Bir fırsatını bulduğunuz anda da çıkar kurtulursunuz.

Kelimelerin anlamını yitirdiği anlar vardır. Ya hiçbir şey anlayamazsınız, ya da duyamazsınız. Sübjektif algılamalarda ise, aslında birisinin yönlendirmesi kaçınılmazıdır. Ustaca yönlendirmeler, tereyağından kıl çeker gibi incitmeden yerleştirilir beyinlere. Acemi düzenleyicilerin ise, her bir kelimeleri balyoz gibi iner kafalara, artık ne anlarsan.

Helikoptere biniyor ve köprünün yapılacağı yeri tespit ediyor. Kanun yazıcıları yanına çağırıyor cümleleri dikte ediyor. Ressamın yanında sarı ve kırmızı renklerin ağırlıklı olması halinde tablonun daha iyi olacağını anlatıyor. Gazete yazıcısına o günün konusunu veriyor, birkaç da cümle ilave ediyor. Yapılan caminin mühendisine hangi marka çimentoyu kullanması gerektiği konusunu talimatlıyor. Birleşik Arap Emirlikleri’nde yapılmakta olan bir tarihi eserin mimarına olması gerekenleri söylüyor, düzeltiyor. Akil adamlar lafını beğenmeyip, akil insanlar denmesinin daha doğru olacağını ileri sürüyor, çünkü o grupta kadınların da çalışma yapmasının gerektiğini öngörüyor, bu nedenle adam değil insan denilmesini istiyor…

Maşallah bilmediği konu yok, akıl veremeyeceği, düzeltemeyeceği bir problem yok. Her şeyi biliyor ve her şeyin kendi bildiği gibi olmasını arzuluyor.

Her rolü rahatlıkla oynadığını sanıyor. Mühendis oluyor, polis oluyor, vatman oluyor, kaptan oluyor, şoför, kürekçi, ekmekçi, sucukçu, ebe, doğum kontrol uzmanı, kanun yazıcısı, anayasa yapımcısı… Her şey ama her şeyi o biliyor ve bildiği gibi olmasını istiyor. Sırasında da ‘müşavere’den bahsediyor.

Ama kötü bir oyuncu. Bağırdığı zamanlarda, hatalar yapıyor. En iyi bildiği hitabet konusunda, ezbere bir-kaç cümle söylemek zorunda kalsa karizmayı çizdiriyor. Yürürken yaptığı külhani davranışlar, konuşmalarından daha fazla oy topluyor. Halk kendisine benzetiyor. Yürüten ayakkabı, gösteren elbise olduğunu fark ettirmemeye çalışsa da, dikkatli gözlerden kaçmıyor. Her gün değiştirdiği kıyafetlerini bazı zamanlarda halk giysisine benzesin inceliği ile kareli, çizgili kumaşlardan tercih ediyor. Dinleyicileri bayılıyor bu duruma. Kendisi de farkında ki, sık başvuruyor bu yola.

Aynı oyunun binlerce kez tekrar oynanması sebebiyle seyircilerde bıkkınlık getirdi. Dinlemek istemiyorlar artık. Oyun bitse de gitsek diye düşünenlerin sayısı günden güne artıyor. Bu gerçeği, sahip oldukları sermaye gücü ile medyayı da kullanarak ört-bas etmeyi becerebiliyorlar. Doğrusu çokta ustaca kullanıyorlar algı yönetimini.

Öyle ya, kendisi biliyor, millet bilmiyor ve kendisi nasıl isterse millet de öyle düşünmeye mecbur. Öyleyse yapılması gereken;

Anadolu’ya heyet göndererek yapılanları anlatmak ve milleti ikna etmek. Zaten öteden beri yaptıkları bu. Mühendislik uygulamalarıyla, toplumu istedikleri gibi yoğurmak.

Uygulamaya konulan akil adamlar öncelikle terörist başı Öcalan’ın talebidir. (Hiçbir şey vermedik sözü havada kalıyor). Birde çok sevdikleri Damat Ferit’in bir uygulamasından mülhemdir. Mondoros Mütarekesi’ni millete anlatmak ve ikna etmek üzere Anadolu’ya heyet gönderilmişti. Şimdikilerin yaptığı bunun kötü bir taklidi. Damat Ferit’in Heyet-i Nasiha’sı “Anadolu’yu adım adım dolaşarak halkın, haklı ve yasal isteklerini dinleyerek herkesi irşad ve tenvir ederek, muhtelif unsurlar arasındaki eski sevgi ve muhabbeti ihyaya çalışacaktır.” (atam.gov.tr). Avrupa’nın propagandası şuydu; “Osmanlı devletinde yaşayan Hıristiyanları Türk zulmünden! Kurtarmak” için, Yunanistan’ın Türk topraklarını işgalini istiyorlardı. Heyet-i Nasiha’nın görevi bu propagandaları bertaraf etmeye yönelikti. Şimdiki ile bayağı benzer tarafları var. Yine Türk zulmü! Söz konusu, yine halkı aydınlatma söz konusu, yine milleti yönlendirme söz konusu. O gün, heyet, Türklere, Rumlara eziyet etmeyin sözünü telkine gidiyordu, bugünküler ise, PKK’nın eli silahlı militanlarının ellerini kollarını sallayarak sınırlarımızı terk etmelerinin iyi olacağı gibi bir fikri anlatmak üzere, milletin beynini yıkamak üzere yola çıkacaklar.

Aktör, oyunun en sıkıntılı yerinde. Artık sesini duyuramıyor. Gırtlağı patlayacak derecede şişerek bağırıyor. Derdini anlatamıyor. Önümüzdeki mahalli seçimler için şimdiden, devlet kesesinden propaganda elemanları çalıştırıyor. Heyetin tamamı, PKK sever, bölücü, yandaşlar… Kürt milliyetçisi var, Arap milliyetçisi var, Avrupa (AB) milliyetçisi var, NATO milliyetçisi var, ABD milliyetçisi var, İngiliz milliyetçisi var… Türk milliyetçisi yok. Damat Ferit kadar bile demokrat olamayan, ileri demokratların yaptıkları bunlar buyurunuz!

Aralarında bir de arkadaşım var. (Mektepten… Uzun yıllar soğuk, ayaz Beytepe havalarında uzun uzun sohbetlerimiz olmuştu. Nasıl olduysa oldu. Taraf değiştirmiş. Bir yandaş gazetede köşe de verdiler, ara sıra TV’lerde boy gösteriyor. Başarılı olmasını istemem. Ayağı sürtecek,  Dili sürçecektir. Ümit ederim.)

Tek kişilik oyunun aktörü yuhalanmaya başlandı.

Sahneyi terk etmek mecburiyetindedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...