Hakk’a saygı, riayet,
Hakk’ı kabul gibi hassalarınızı kaybettikten sonra; ne kadar yüksek sesle
bağırırsanız kendinizin haklı olduğunu kabul ettireceğinizi sanırısınız.
Çıkarılan gürültü oranında eğlendiğinizi, gürültünün şiddeti seviyesinde
diğerlerine kendinizi kabul ettirdiğinizi sanırsınız. Gürültüden rahatsızlık
duyduğunu bildirenlerin sayısı arttıkça, sizin varlığınızın kabul edildiğini ve
sizi saygıyla andıklarını sanırsınız.
Tamamen bir kandırmacadır
bu.
Kendi kendinin
kandırılması.
Edebinden susan kişinin,
korktuğunu düşünmek, çekindiğini kabul etmek aslında kendisinin değersizliğini,
lüzumsuzluğunu bildirmekten başka bir şey değil.
Edepsizlik görüntüsü vermek
belli ki, hallerinden memnun olanlar içindir. Bu sebeple de gürültüleriyle (*)
memnuniyetlerini âleme açıklarlar. Oysa, küçük bir gülümseme de onların
mutluluğunu anlatacaktır, onlar gürültüyü tercih ederek büyüklüklerini
gürültülerine yüklemek istemişlerdir.. hızlı yürüyenlerin zamanlarının hızla
geçtiği zehabına kapılması gibi…
Savaş zamanlarında, ne
kadar çok gürültü çıkarabilirsen düşmanına korku salarsın. Düşmanın korkusu,
senin gürültün nispetindedir. Özel bir durumdur savaş. Topun, tüfeğin, bombanın
gürültüsü, sakin bir geleceğin arzulanmasındandır. Burada mecburiyetler ön
plandadır. Gereği yapılacaktır.
Hayat kalabalıklar içinde
geçiyor. Ne tarafa baksan-gitsen yığınlar. Herkesin elinde bir telefon, parkta,
yolda, toplu taşıma araçlarının içinde ha bire telefonla konuşuyorlar.
Gürültülerinden 8 – 10 dakikalık yol bitmek bilmiyor. Kalabalıklar içinde
yaşamanın ustası olmaklığımız gerekiyor. Ustalaşmak, onların varlığını
hissetmeme talimleri ile olacak. Daima onlarla birlikte ve fakat onlardan uzak
bir hayat. Yığınlardan, ‘insan olarak’ kurtulmak mümkün. Onların gürültülerini,
zikreden dervişin notaları gibi algılayarak. Bir usul yakalayıp ve onların kuru
gürültüsünden kurtulmak.
Yanınızdan geçip giden,
kornasını utanmadan uzun uzun çalan araçtaki haşin çocuğu görmeyeceksin bile.
Bırak kendi hayatının gürültüsünden kendisi de rahatsız olana dek yaysın semaya
gürültüsünü. Kendi gürültüsünden boğulana dek…
“Mareşal Motke: ‘Koskoca Osmanlı ordusunun sabah sessizce toplandığını,
uyandığı zaman sadece kendi çadırının kaldığını hayretle ibretle anlatır. Sonra
der ki; bizim 50 askerimiz yolda yürüseler neredeyse bir saatlik mesafeden
gürültülerini duyarız. Osmanlı ordusu, 100 bin askerini tek ses çıkmadan
yürütüyor”. (A. Oktay Güner, 28 Mart 2013, Yeniçağ)
İşte medeniyet, işte Türk.
Günümüzde, ortaya sürülecek
siyasi projelerde bir vaveyla, bir gürültü ile kamuoyuna pompalanmakta. Ne
kadar çok gürültülü verilirse, ne kadar çok gırtlak patlatılırsa o kadar
tesirli olacağı sanılmakta, emir almışlar gibi, hep birden çıkıyorlar TVlere,
sanki ezberlenmiş lafları peş peşe ve yüksek sesle anlatıyorlar. Dinlesen bir
türlü, dinlemesen bir türlü. Hoş, dinlesen de bir şey anladığın yok ya. Kuru
gürültü doluyor odaya, can sıkıntısından başka şeylerle meşgul oluyor beyin.
Koca koca Profesörlerin siyasete kendilerini beğendirebilmeleri için,
bağırtıları, dalaşları bıkkınlık getirdi. Sükûnet evindeki, dinginlik aranır
oldu.
Çığlık vardır;
Derdini, sesini duyurmaya
Nara vardır;
Âlemi korkutmaya,
Bir de, sessiz konuşanlar
var dünyada. Bir taraf sessizce anlatır derdini, diğer taraf leb demeden anlar
leblebiyi. Doyumsuzdur bu sohbetler.
Sesini yükseltmeden,
bağırmadan anlatabiliyorsan derdini, o kadar medenisin demektir. Davulları
kıskandırırcasına yırtınıyorsan anlatabilmek için o kadar ilkel.
Dr. Necmettin Karakuş
‘Sesini yükseltmek’ isimli makalesinde şunları yazar: “Seslerini olabildiğince yükseltenler
sözlerinden de emin değildir. Zira sözün etkisi, sesin yüksekliğinden değil
onun çok daha etkili ve kalıcı olmasındandır.
Bu yüzden Mevlana;
‘Sesini yükseltme sözünü yükselt. Unutma ki, yapraklar yağmurla büyür,
gök gürültüsüyle değil’.
Buyururlar.
***
2005 yılında AB
standartlarına uygun olarak yenilenen “Gürültü Kontrol Yönetmeliği”ne göre,
yaşanılan evin içinde bile yapılan gürültüye sınırlama getiriliyor. Yatak
odası, oturma odası, mutfak ve banyo için ayrı ayrı gürültü sınırları desibel
cinsinden tespit edilmiş. Bu sınırlara uymayanlara ceza bile öngörülüyor.
Tekrarı ve gürültünün gece yapılması halinde ceza iki katına çıkıyor.
Şehrin gürültüsünü tespit
etmek, uyarmak ve cezalandırmak ise belediyelerin görevi…
***
İnsanların beynine zerk
edilmiş gürültülerdir asıl olan. Aile, çevre, okullar, medya, devletin
uygulamaları ve daha nice etmenlerle gürültüye alıştırılan, dolayısıyla
gürültüyle doğruyu, güzeli ayrıştıramayan insan beyni içinde hayatı karartan ve
birbirlerine rakip olan nice gürültüler ve işe yaramayan kirli bilgiler…
Devletin asıl üzerinde
durması gereken bilgi kirliliği ve tarihine, geçmişine aykırı yetiştirilen
gençlik ve beyninde daima vızıldayan kendine ait olmayan gürültülerdir…
***
“Gürültü bu kez Reyhanlı’dan vurdu. 46 can şehit oldu, 100’den fazla
yaralı hastaneleri doldurdu. Gidenlerin mekânı cennet olsun. Yaralılara acil
şifalar, kalanların başı sağ olsun, milletimize sabırlar diliyorum. Can
kayıplarının yanında 120 ev, 750 iş yeri, 63 otomobil kullanılamaz haldedir.
Devletimizin gereğini yapacağına hiç şüphemiz yoktur. Deliller Suriye
istihbaratını işaret ediyormuş. Biz sabırlıyız. Ne lazımsa yapılsın. Yeter
artık.”
(*) Dücane Cündioğlu, 8 Ocak 2011, Yeni Şafak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder