Aynı dilden konuşup da
birbirini anlayamamak ne büyük ıstıraptır?
Sevgiden ırak yaşamak temel
sebep. Hakk’a saygı, riayet eksikliği en baş sebep. Kabul edememek, itiraz
etmek, reddetmek temel arızalar. Bu hasletlerini öne çıkartanların aynı dili
konuştukları da muhaldir. Dilden çıkan değil, taşıdığı manalar önemlidir. O
manayı anlayıp, anladığına cevap vermek esas olmalıdır.
İlkel bir hayattır anlatılan.
Bu âlemde, ilkel, ilk çağ, orta çağ, modern çağ aynı anda yaşanılır. Zamanlara
göre lisanda, giyim-kuşamda, okuma seviyelerinde farklılıklar olmuşsa da,
bunların bir önemi yoktur. Yaşanılan çağ, içinde bulunulan zaman değil, an’dır.
An’ın manasını kavrayamayan, hikmeti anlamak istemeyen, her oluşun idrakine
varamayanların aynı lisanı kullanmaları veya başka lisanlardan konuşmalarının
bir farkı olmayacaktır.
Sohbet, zevktir. Zevk
alamıyorsan uzaklaş oradan. Kavgaya mehel olma. Aynı lisanı konuşmak demek,
kavramlara aynı manaların verilmesi demektir. Zihni berrak, aklı durgun,
istekleri Hakk olanlarla sohbet doyumsuzdur.
İlerleme, ilkellikten asra
doğrudur. Asır yaşanır. Asır idrak edilerek benimsenir. Dolayısıyla ilkellikten
kurtulunur.
İşte, ilkellikten kurtulan
ve İnsan olma yolunda adımlayanlarla sohbet büyük zevktir.
İşte, bu vakit aynı dili
konuşurlar.
Leb demeden, leblebinin
anlaşıldığı An’lar bu An’lardır.
Daima konuşan Hakk,
dinleyenin de duyması lazım olanı Hakk’tır. Rabb’ın mürebbiliği böylece
tahakkuk eder. Her dilden söyler, her eşyadan görünür, her yaratık onun
tasavvurudur. Âleme bu gözle bakanın sohbeti nasıl olur acep?
Şu sözü okudum bir yerde,
Epiktetos şunları söylemiş: “Eğer
sığırlarla domuzlar konuşabilselerdi, saman ve yemden başka şey konuşanlarla
alay ederlerdi.” Yaradılış esrarı hakkında bu kadar açık
sözü hiç duymamıştım. “sığırlar ve domuzların sohbeti ne zevklidir” aynı şeyi
söylüyor ve aynı şeyi duyuyorlar. Saman ve yemden başka manalar duymak
isteyenlere ise, o sohbetler cendere olur. Değişim, gelişim budur. Hz. Mevlâna
buyurur: “Konuşan, söz söyleyen iki
kişi bile birbirinin halinden haberdar olmazsa duvarla kapı, nasıl birbirini
anlar, duyar? Ben, söz söyleyen adamın bile tespihinden gafil olursam gönlüm,
sessiz sedasız bir şeyin tespihini nasıl duyar?”
Öyleyse, aynı dili konuşmak kâfi olmamakta, manaya nüfuz, mananın askeri
olmakla mümkün olacaktır. Konuşan Hakk, duymaya çalışan da Hakk. Boşa mı
söyledi Hoca Nasreddin; “Hanım,
sen de Hakk’lısın”.
İnsan olma yolu, kıldan
ince, kılıçtan keskin derler ya, işte tam burası.
Bir sanatçımızın (galiba
Kayahan’dı) sözünü hatırlıyorum:
“Yolu sevgiden geçenlerle
bir gün bir yerde buluşuruz.”
Ne söylediğine değil, kimi
söylediğine odaklanıp, manayı anlamaya çalışmalıyız.
“Ben onu sevince duyan kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı,
düşünen aklı ve konuşan dili olurum…”
Vesselam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder