19 Şubat 2013 Salı

“Pazarlık”


‘At pazarlığı’ lafından başlamak gerek ama bu yolu denemeyeceğim. Geçmişte kalan ve milletimizin küçültülmesine sebep olan bu tanımı hatırlamak bile istemiyorum. Orada kalsın, bir daha ‘politik’ hayatımızın argümanı olmasın diyelim yeter. Not edip, gelecekte defteri açmak üzere kapatalım, nasılsa tarih yazacaktır.

Şimdi ‘derin pazarlık’ zamanları…

Her pazarlığa tutuşma zamanında, derin acılara gark olurum. Sonunda, gidecek vardır, gelecek vardır. Alan götürecek, satan eli boş dönecek. Alan çocuklarına, torunlarına ve gelecek nesillere pek tatlı şeyler anlatacak ve fakat satan, çocuklarına, torunlarına gelecek nesillere anlatacak bir yalan uydurmanın telaşında olacaktır. Ömrümüz olursa birlikte takip ederiz…

Mirasyedinin satması çok zevkli ve rahattır. Alnı terlememiştir, yorulmamıştır. Niye satıyor? Kısa vadede rahatını temin için.

Satılık mallar arasında neler vardır? Seçmece bunlar mantığı ile ne geçerse eline satar. Hiç düşünmez, kısa vade getirisinin tadı hayallerini süslemektedir. Satış zamanında bir tür bukalemun oluverir. Renkten renge girer, kardeşi bile tanıyamaz kendisini. En yakın takipçileri bile akıl erdiremezler. Bu durumu yakın geçmişte, anayasa referandumuna giderken yaşadık. “Cumhuriyet modernleşmesinin toplumsal tepkilerini yöneten muhafazakâr-pragmatist-piyasacı siyasi yapı, ‘demokratikleşme yolunda’ bünyesine aldığı otoriter milliyetçi söylemle Türk sağını yeniden tahkim ederek kapladı”.(Nihal Kemaloğlu, 16.09.2010, Akşam) Kısa vadeli kazanç peşinde gidenler, sadece o günü kurtarmaya dönük uygulama içindedirler. Satış kabiliyetlerine yakınları bile parmak ısırmışlardır. “Referandum meydanlarında şaklayan milliyetçilik kamçısının sonuçları iç bölgelerden dolgunca gelmişti”. Böyle olmuştu, yakinen tanıdıklarımız bile o milliyetçi söylemlerin, gerdan kırmaların tesirinde kalmışlardı. Hepi topu, 12 Eylül müsebbiplerini yargılayacaklardı, ne getireceğine bakmadan, gidenin kıymetini akıl etmeden. Satıcının, satışına gelmişlerdi, aslında satışa sunulan kendileriydi, fark edemediler.

Bazı geceler kâbusla uyanır satıcı. Kendisiyle kavga etmeye koyulur. Başarısız salvolar havada kalır. Lüzumsuz gayretler, boşa harcanmış emekler… Kamuoyu dikkatinin başka yönlere toplamak üzere kurgulanmış ve ezberlenerek hayata geçirilmiş diskurlar birbirini izler, konuyla hiç ilgisi olmayan bir saldırı merkezi bulunur, genellikle de medya tercihtir. Zengin hayatların yaşandığı, bol tabaklı ziyafetlerin verildiği zengin medya ortamlarından birkaç değişik isime hücum yapılır. Dinleyenler (halk) memnundur. Geçmişteki satışlar unutturulur. Millet zihinlerinde oluşan mutlu hayatı yaşamaya devam eder. Satıcı galiptir. Elinde malı kalmayan, nelerin olduğunun farkında bile değildir. Onlarda mutludur.

Farkında olmayan ise mutludur. Mutluluk farkında olmamakla mı elde edilmekte? Enteresan! Öyle ya, ‘fark’ edenler, ‘fark âleminin farkındalığını’ kavrayarak, tefekkür ufuklarında yeni hedefler belirlerler ve bu nedenle de rahatsızlıkları artar. Karanlığın içindeki zavallılara ise ışığı anlatmak ne mümkün!

Düşünen adam rahatsızdır. Etrafına da rahatsızlık verir. Satışları ilk o görür. Satıcı ise düşünen adamı etrafında istemez. İfşa edebilir çünkü.

Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan’ın şu cümlelerini okuyalım: “Üniter devlet pazarlık konusu oldu. BDP 20 özerk bölgeyi dayatınca, ‘Başkanlık sistemini kabul et, 20 özerk bölgeyi vereyim’ pazarlığı başladı”. (2 Şubat 13 Y.Çağ) Nerede oluyor bu pazarlıklar? Türkiye’de. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde! Bir yalanla başladı bu çalışmalar, dediler ki, “milletin büyük çoğunluğu anayasa’nın değiştirilmesini istiyor”. Yok böyle bir şey. Millet kendi varlığını, kendi egemenlik haklarını başkalarına ölmüş eşek fiyatına satar mı hiç? Pazarlığa milleti inandırarak başlamak için söylenilmiş büyük bir yalan. Halkın içindeyiz, çarşıda, pazarda, otobüste, dolmuşta bir tek kişinin bile böyle düşündüğünü görmedik, duymadık. Siyasetin büyük yalanı.

Bu kadar tavize, bu kadar yalana rağmen ‘terör’ün kaynağını, sebeplerini tespit edebildiniz mi? Sanmıyoruz. Çünkü amacınız terörü filan bitirmek değil. Türk’ü tarihten silmek. Öteden beri AKP idarecileri, milletvekilleri, yandaş kalemler, bir ağızdan “dağdan taştan sileceğiz”, “anayasa’dan Türk’ü çıkaracağız” demiyorlar mıydı? Öteden beri Türk olduğunu bir defa bile söyleyemeyenler değil mi bunlar? “Aziz milletimiz” derler. Hangi millet olduğu belli değil. “Türkiyeli”lik ile başlamadı mı tüm bunlar. Birde uydurdular “Türkiye toplumu” bırakın Türkçe’yi, dünyanın tüm dillerine aykırı bu tanımlamayı da güya alıcıları küstürmemek üzere ortaya koydular. Ne de olsa ‘satıcı’mız iyi, başarılı bir satıcı!

Hazırlanan anayasa taslağı evvela ABD’ye götürülmüş ve orada onaylatılmıştır. Ne hazırlanan metinden haberi oldu milletin, ne de yabancı ellerde onayladığından. Harala gürele, anayasa uzlaşma komisyonu kurup, güya orada hazırlanmış gibi milletin önüne getirecekler. Şimdilerde “Bizim anayasa metnimiz hazır” dediklerine bakmayınız. Hazır dedikleri ABD’den onay almış oldukları metinden başkası değil. “Bülent Arınç, Kürtlere eğitim, dil, bilgi, kültür ve kimlik hakkı vereceğiz demiştir. Arınç’ın bu saydığı başlıklar anayasa değişikliği yapılmadan verilebilir mi? Hayır yapılamaz, bu durum yapılmak istenen değişikliğin, Oslo protokollarının anayasalaştırılması sürecidir..” (Ümit Özdağ, 23 Kasım 2011, Yeniçağ). Ya, şu cümleleri nasıl anlayacağız:“Geçen yıl Şubat ayında bir hükümet üyesi öcalan’a gitti ve açılımı konuştu. Karayılan devam ediyor. Hükümet üyesi Öcalan’ın açılıma ilişkin hükümete sunduğu yol haritası çerçevesinde müzakere edebilecek tartışmaların başlayabileceğini ifade etmiş ama gerisi gelmemiş. Evet, yapılan bu beyan ile kesinlik kazanmıştır ki, AKP Kürt açılımı işini Abdullah Öcalan’la beraber tezgâhlamıştır”. (Sabahattin Önkibar, 18 Nisan 2010, Yeniçağ)

Milletten kaçırılarak, milletin aleyhine olacak anayasa değişiklikleri, milletin egemenlik hakkının satılmasıdır. Siz, ne kadar usta satıcı olursanız olunuz, millet malının sahibidir ve asla amacınıza ulaşamayacağınızı biliniz. Saplandığınız bataktan çıkışın yolu, milletin bekasının temin edilebileceği, millet hayrına çalışmalardır.

Uyarıyorum:

“Mü’min aynı delikten iki defa ısırılamaz.”

Üstat Durmuş Hocaoğlu satırları bizlere bir şeyler anlatıyor:

“Eğer Türkler bu memleketin her tarafını bir ‘bütün’ olarak vatan toprağı kabul ediyorlar ise –zaten aksi ihtimâl, üzerinde konuşulamayacak noktaya gelinmesi demektir –bilinmelidir ki, vatan toprağı, asla pazarlığa bahse mevzû edilemez; çünki, burası ‘mülk’tür. Ama kantiyen bir terimle söylersek bir ‘baba mülkü’ (patrimonium) değildir; yani bir meta gibi pazarlıklara konu edilemez ve ‘vatan’ın herhangi bir şekilde pazarlık konusu yapılması, Türk Demosu’nun hakkı da değildir. Türklerin böyle bir hakkı yoktur ve olamaz; olamaz, zira bir kere O, evvelen, bir patrimonium değildir dediydik; sâniyen, bu vatan ataların kanlarıyla bıraktığı mirastır ve ölülerin de diriler üzerinde hakkı vardır, bu hakkın îfâsı emanete sadakattir. Ve kezâ, aynı şekilde, sâlisen, doğacakların da yaşayanlar üzerinde hakkı vardır ve bu hak da, evlâtlarımız, için temiz, yâni hür, müstakil ve hükümran bir vatan bırakmaktır ve bu hakkın îfâsı da, kezalik, vatanın hiçbir şekilde pazarlıklara bahse konu edilmemesidir. Binâenaleyh, Türk Demos’unun böyle bir pazarlığa muvâfakat vermesi O’nun iktidarı ve meşrûiyeti dâhilinde değildir; aksi, ap-açık ihanettir ve ecdadın ve ahfadın lânetine mâruz kalmaktır.”

(Durmuş Hocaoğlu, 2023-İkibinyirmiüç Dergisi/ Sayı:101, 15 Eylül,2009)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...