Hasan Basri Hürata
üstadımız lütfedip büyük emek harcanan eserini gönderdiler.
“Kur’an’ı
Kerim’den İnce Mesajlar” isimli eserini okumaya biraz gecikmeli
başladım. Çok sebepleri var. Şimdi geçmişe ‘keşke’ ikilemiyle bakıp erken
okusaydım diyemem. Böylesi gerekiyormuş ki, böyle olmuş vesselam. Her neyse,
bir tanıtım yazısı hazırlamak üzerimize görev oldu ancak, öyle bir incelik,
öyle bir nezaket var ki, kitabın satır aralarında, o incelikleri bulup
okuyucunun önüne sermek neredeyse imkânsız. İmkânsız diyorum çünkü her okuyan
farklı lezzetlere, farklı algılamalara gark olacaktır. En iyisi dedik, kitaptan
bir bölümü (ki, birinci bölümdür) ayniyle yayınlayıp okuyucunun zevkine
bırakmak.
Buyurunuz:
KERBELA’YI
ANLAMAK: HAŞIR SURESİ
Ana bilgi
Kerbela. Kerbela’yı anlamak istiyorsak bir ku-ralı göz ardı edemeyiz: Ön
Bilgi’yi, iyi anlamak. Ön Bilgi’yi iyi anlamanın yolu da Ön Yargı’lardan
kurtulmakla olur.
Haydi o
zaman başlayalım; bir kıyaslama ile. O canınızı verdiğiniz futbol takımınız var
ya. “Evet.” Takım yenilir veya berabere kalırsa 0-0, takımın tamamı
değerlendirilir. Kulüp Başkanından, teknik direktör, kaptan, oyuncu velhasıl
son ada-ma kadar. Hatta o masum(!) hakemler bile nasiplerini alırlar. Amma
oyunculardan biri, 90’dan bir gol patlatırsa; günün, ayın, yılın kahramanı
oluverir, diğer eleman ve faktörlerin hiçbir kıymeti harbisi yoktur artık.
Cümlesi yok hükmündedir. Peki diğerlerine, onlara ne oldu? İşte bazılarının
Kerbela’ya bakış açısı budur.
Önce
kabilecilik nedir? Kabile, nesep yani kan veya hı-sımlık bağıyla birbirlerinden
olan insanlar topluluğudur. Kan bağı babadan, hısımlık bağı anneden gelir. Kan
bağı olanlara “akraba”, nikah bağı
olanlara “hısım” denir. Yani kardeş,
amca, hala akraba; enişte, kayın birader hısımdır. Ortak payda “ni-kah”, bir
yolla biterse; hısımlık ortadan kalkar. Akrabalık orta-dan kalkmaz. Hani
günümüzde yapmacık hükümranlık mahkeme kararları var ya; “Reddi Miras”,
”Mahrumiyeti Miras” gibi… Onlar özde akrabalığı bitirmez.Sadece malın akış
yönünü de-ğiştirir.
Kabilecilikte,
doğru-yanlış olmaz. Sana, kabile üyelerinin menfaatına uyan ve gerektiren her
şey doğrudur. Güçlü isen de gider onu alırsın. Adalet, hakkaniyet, mahrumiyet
gibi şey-lerin kabilecilikte hükmü olmaz…
İnsanların
en çetin dayanışmaları; doğal şartların en ka-tı tecelli ettiği yerlerde olur.
Issız dağlar, çöller vb. yerler. Arif Nihat merhumun sözüdür: Çölde Diyojen’e
rastladım. “Ne olur gölge et! Başka ihsan istemem.” Dedi. Tabi Sinop’ta Büyük
İskender’e hava atmak kolay!
Yıl
600’lü yıllar. Demek ki, kaba ayırımla Orta Çağ. Tarihin bildirdiğine göre
dünyanın kavrulduğu zamanlar. Kara Avrupa’sında derebeyler zamanı. Her şehir,
her bölge bir de-rebeyinin hükmü altında.
Derebeyi,
vergide mızmızlık eden birinin asılmasını em-reder. Asarlar. Adam ölmüyor.
Tekrar asarlar yine aynı. Ölmü-yor. Gelirler. “Efendim asıyoruz ancak adam
ölmüyor.” …?!... “Neden?” “Efendim adam
darağacına uzun geliyor.” Gürler… “Bre ahmaklar! Siz de kısasını bulun asın!”
denildiği zamanlar. Asya, tam bir monarşi; Afrika’ya girmeyelim. Yamyamlar…
Tamtamlar. Tehlikeli… Peki Suudi Arabistan’da ne var. O zaman Suudi değil.
Arabistan. Orada da kuzeyden güneye Te-buk-Yesrip (Medine) Mekke-Yemen(Sana) var.
Çöller var: Badiye… Her biri bir devlet. Şehir Devletleri. Her bölge, ka-bile
veya kabileler hükümranlıkları. Hükmedenler var; hükme razı olmasa da boyun
eğenler var.
İşte o
dönemde değişim dönüşüm başlar: Yıl 610. C.Hakk
“Muhammed’ül emin” denilen bir zatı risaletle destek-ler. Dananın
kuyruğu o zaman kopar. İki şeyden: Bir: Söyledik-leri işlerine gelmez. İki:
Söylediği şeyler doğrudur ancak bu adam bizim kabileden değil. Düne kadar
putları kadar aziz olan Muhammed, itilip kakılan hale geliverir. Öyle de
olmuştur. C. Allah nurunu tamamlar. Mekke, bağrına basmazsa; Yesrip yok mu?
Kutsal
Göç.Yıl 622’dir. Dönüşür Medine olur. Medeni in-sanların yaşadığı yer olur
Yesrip. Son 10 yıl peygamberin haya-tı, değişim dönüşümün yoğun yıllarıdır.
Artık Medine yeni bir devlettir. Çoklu inanış ve dinlerin yaşadığı kardeşlik
şehridir; kalleşlik şehri değildir.
Mekke
kıskanır; tüm kabile ve asabiyet duyguları içinde Medine’ye saldırır. Tüm
medeni yerler kıskanılmıştır. Tabiat bu…
Hâlbuki Ebu Süfyan kervanının yolunu değiştirerek savaş şartlarını
ortadan kaldırmıştır ancak bu iş Mekkelileri tatmin etmez. İlk savaş Bedir.
Medine’ye 120 km. uzaklıkta…
Bedir’de
Mekke’nin azgınları öldürülmüş; Ebu Cehil ve Ümeyyeoğullarının ileri gelenleri.
Utbe, Velid ve Kardeşi Han-zele. Utbe, Ebu Süfyan’ın babasıdır. Velid ve
Hanzele kayın biraderleridir. Muaviye’nin dayılarıdır. Bedir’in öne gelen
kah-ramanları yiğit Hamza ile genç Ali’dir. Ümeyyeoğullarından Ebu Süfyan artık
Mekke’nin tek hakimidir.
Ümeyyeoğulları
ahir zaman nebisi ile amca çocuklarıdır. Ebu Süfyan Ümeyyelerden Muhammedül
emin ve ashabının çoğu Beni Haşim’den. Yakın tanıma göre Emeviler ve
Haşimi-lerden…
O yetmez
Uhut. Medine varoşlarında. Emeviler
Ham-za’nın ciğerini çiğneyecek kadar asilane(!) hükmü ilahiyi tecelli ettirirler.
İlk raunt alınmıştır. O da yetmez Medine’nin kenar mahallesinde, Hendek. Bir
kişiye üç yumruk vurup yere indire-miyorsanız; dördüncü yumruğun size geleceği
muhakkaktır.
Ebu
Süfyan artık Mekke’in tek hakimidir. Ancak 630’da Mekke’nin fethine mani olamaz.
Allah’ın vaat ettiğini kim geri çevirebilir? Fetih Suresi ile apaçık “fethi
mübin” müjdelen-miştir. Artık Ebu Süfyan’ın şehir devleti yoktur. Onun
emirliği son bulmuştur. Mekke kenti bir vali kararı altında Medine şehir
devletinin bir parçası olmuş ve muazzam İslam impara-torluğunun fidanı büyümeye
başlamıştır.
610’da
başlayan Emevi-Haşimi çekişmesi hiç bitmemiş; çatışmalara dönüşmüştür.
Dedelerin başlattığı kutsal savaş, özünü yitirmiş ve kan davasına dönüşmüştür.
Kutsal savaş ru-hun ve aklın ürünü iken kan davası şuur altından ileriye
geçe-memiştir. Muaviye’nin ve Yezit’in elinde, babaların ve dedelerin intikamına dönüşmüştür.
Oysaki C.
Hakk Haşır Suresi’nde Muhaciri: “Yurtla-rından
ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen,
Allah'ın dinine ve Peygamberine yar-dım eden fakir muhacirlerdir. İşte doğru
olanlar bunlar-dır.” (Haşır:8) Olarak tanımlamaktadır. Bu üç özellik
muhacirin vasıflarından olmuştur.
Ya Ensar:
“ Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve
gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri
severler ve onlara verilenlerden dolayı iç-lerinde bir rahatsızlık
hissetmezler. Kendileri zaruret için-de bulunsalar bile onları kendilerine
tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa
eren-lerdir.” (Haşır:9) Îsâr, kendisi de muhtaçken imkanını karşı-sındakine
açan demektir. Kaçımız yapabilir. Ensar’la, ashab karıştırılmamalıdır.
Peki,
Muhacir ve Ensar’dan başka sosyal sınıf yok mu? Var. Olmaz mı… “ Bunların arkasından gelenler şöyle derler:
Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeş-lerimizi bağışla;
kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir “kin” bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki
sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşır:10)
İşte
bizler… Eskilere gidersek Ebu Süfyan ve Muaviye… İçinizden bazılarının “Ağır ol
bakalım,” seslerini duyuyor gibi-yim. Haklısınız. Hz. Peygamber (S.A.V)’in
şöyle veya böyle kayın pederi ve kayın biraderi şerefine ulaşanlara böyle denir
mi? Ashab’tan olmalarına sözüm yok. Muhacir
ve Ensar tanım-ları belki kafalara uyuyor, gönüllere uyuyor; ancak Kur’an’i
tanımlara uymuyor. Mekke’de yaşayıp da Muhacir olamayan olduğu gibi Medine’de
olup da Ensar’lığa yükselemeyen ashaba sözümüz yok.
İşte işin
sırrı burada: Günümüz insanının yapması gerekeni C. Hakk Kur’an-ı Kerim’inde
ayan beyan yazmış… Bize sorgulamak, yargılamak değil; uygulamak düşer. “Yarabbi,
bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman
edenlere karşı hiçbir “kin” bırakma!” demekten daha uygunu yoktur.
Allah'ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez. Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.Yunus 100.
YanıtlaSilEyvallah...
SilHarun Meral :
YanıtlaSilOkudum ağabey. Özeti okudum.
Özellikle, kabile anlayışına dayalı bölüm ile ilgili taassup çok dikkat çekici bir ifade ile anlatılmış.
İşte çıldırdığım nokta budur. Mühim bir konu da yazılmış bir yazı okunmuyor. Üzerinde iki kelam edilmiyor. Nasıl bir ruh hali içindeyiz anlamıyorum.
Sanıyorum benim bu facebook'ta işim yok.