1 Şubat 2013 Cuma

Biraz Sabır!



Sırasında güzel fikir alışverişi ortamı kuruluyor, tartışmalar edep dairesinde ve bilgilenmeye yönelik. Fakat beceremediğimiz bir husus, konuyu olduğu gibi ilerletememek. Mutlak surette bir başka konuya sapılarak, asıl konuşulması istenen konudan uzaklaşılıyor. Ya, malzemeyi çabuk tüketmekten ya da, üzerinde durulan konudan bıkkınlık duymaktan kaynaklandığını düşünüyorum. ‘Sabır’lı olamıyor, aceleye getirerek tartışma zevkini de yarım bırakıyoruz. Böyle zamanların birisidir anlatacağımız ve katkı sunacağımız husus:

Konu mecraından sapmış görünse de değil. Bildik eleştiriler etrafında dönüp duruyor. Bence, öncelikle bu kısır döngüden kurtulmalıyız. Bırakalım, planlamayı yapacak olanlar, bildikleri gibi yapsınlar. Daha dün verilen oylarla seçilmişlerin işi bu. Bizler ancak, medya ortamında, özel konuşmalarımızda, konferanslarla vs.. fikirlerimizi söyleriz. Uygulayıp, uygulamamak idarenin işidir. Biz fikrimizi söyledikten sonra da, günah bizden gider. Zaten, uygulamaların ve planlamaların gidişatını ne uygulayacak, ne de denetleyecek imkânımız vardır. Biz sadece, yapılan açıklamalarla, basın-yayın kuruluşlarından bize ulaşan bilgileri değerlendirebiliriz. Ki, yaptığımız da budur.

Bize düşen, (ne tür bir görevimiz varsa) vazifemizi en iyi bir şekilde yapmaktır. İster memur, ister özel sektör görevlisi olalım, ister kendi işimizi yapalım, ister bir yerlerde herhangi bir işi yapalım fark etmez. Ne yapıyorsak en iyisini yapmalıyız, en iyisi olmalıyız. Bu noktada bizi hesaba ancak kendimiz çekebiliriz. Çünkü yaptığımız işi ve görevimizin ne olduğunu ancak kendimiz bilebiliriz.

İşte, Şems-i Tebrizi’nin buyurduğu “öylece durup beklememek” böylece açıklanabilir diyorum.

“ileri görüşlü olmak” ise; Büyüklere verilen bir İnsan özelliğidir. Herkesten beklemek doğru değildir.

Olabilenlere ne mutlu.

Bildik bir tartışmaya katkıda bulunmak üzere kaleme alınmıştır. Ancak, yıldırımları çekmemek üzere yarım bırakılmış, üzerinde biraz daha düşünmeye terk edilmiştir. Demlenme zamanı. Her düşünce yazısının demlenmeye ihtiyacı vardır, olmalıdır. Aceleye getirilen çalakalem metinler, sonraları yazarının başına belalar yağdırmakta, hem de tartışmayı başka, başka mecralara sürüklemektedir. Bu ise, fikir alışverişinden alınması zevki eksiltmekte, kavgalara sebebiyet olabilmektedir.

“Şems-i Tebrizî diyor ki;” duyurusunu gördüğümde dikkat kesilmiş ve tartışmayı takibe koyulmuştum. Kelâm şöyleydi;

“Sabretmek, öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir”.

Kelamın bulunduğu yerin (kaynağın) adı verilmediğinden, biz de burada yazamıyoruz. Ancak sözde doğruluk hemen seziliyor. İşte yukarıdaki tartışma bu söz üzerine devam ediyordu.

Siyasilerden de çok sık duyarız, Yunus’a ait sözü. “Yaratılanı severiz Yaradan’dan ötürü”. Asla, doğru anlamıyla, tam olarak algıladıklarını da zannetmiyoruz, çok sık söylemeleri belki de “sevmemelerinden” kaynaklanmaktadır. Ya da siyasi menfaatleri doğrultusunda Yunus Emre ve benzeri Uluların kelamlarını kullanmaktadırlar. (neyse konumuz bu değildir).

Niye yazdık bunları? Konu sabır olunca, “Yaradan’dan” ötürü, cümlesi devreye girer. Ne eleştirisi vardır, ne şikâyeti. Kuyudaki Yusuf’un ne ve kime şikâyeti olabilirdi ki? Ateşin içindeki İbrahim’in, içinde yaşadığı serinliklerden kimin haberi olabilirdi ki?

“Ey iman edenler, hakikatinizin açığa çıkartacağı sabır (dayanma kuvvesi) ve salât (hakikatiniz olan Esmâ mertebesine yönelişin getirisi olan müşahede) ile yardım isteyin. Muhakkak ki Allâh sabredenlerledir (Es Sabûr esmâ’sıyla – mâiyet sırrı). (Bakara/153)

‘Daimi salât’ halinde iken, durmaksızın oluşan, ola geleni seyir ve zevk halidir sabır. Bir dost “eylemsiz eylem” tanımlaması ile anlatır bu durumu. “Neylerse güzel eyler” halidir vesselam.

Bu yolda en büyük tutsaklığımız, kendi beynimizde kendimizin yarattığı ‘zan’larımızdır. Zanlarımızdan kurtuldukça (putlar kırıldıkça) hakikati yaşama, anlama kudreti açılır ve ‘sabır’ ile aşılmaz dağlar aşılır olur.

Süt emen oğlu ağlamaya başlayınca Hz. Hüseyin, getirmelerini ister. Kucağına alır, bağrına basar. O sırada bir ok gelir ve bebeğin kulağından girer. Oracıkta, kucağında can verir sabi. Emîrü’l-mü’minîn, bebeği yere bırakarak, “Yâ Rab sabır ver” der. Kolay değildir, yakıcıdır, dayanma güç ve kuvvesi ancak ulu zatlardan açığa çıkar. Bize düşen ise, onlar gibi olmaya çalışmaktır.

“O halde güzel bir sabır ile sabret”. (Me’aric/5)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...