Sıradan bir yemek sonrası
gezintisi, kışın içinde, bahardan kalma güneşli bir gün ortasındayız.
Sağdan-soldan, ordan-burdan laflıyor, küçük küçük adımlıyoruz. İhtiyar; “karnı
tok kişiden bir b..k olmaz” dediğinde dinleyenlerden birisi, gözleri faltaşı
gibi açıldı ve aval aval baktı yüzüne. (yemek sonrası olduğu için, karnımızın
tok olduğunu düşünmüştü herhalde) Söylediğine, söyleyeceğine pişman oldu
olacaktı, Hele ki, yardıma yetişen arkadaşı,.
“Öyle” diyerek tasdik etti.
Derin bir nefes aldı.
“Öyle, geniş düşünerek
katılıyorum sözünüze. Karnı tok, ensesi kalın, göbeği şişmiş… Bunlar aynı
manada olsa gerek. Aynı anlamı veriyorsak, söylediğiniz doğrudur. ‘Ense
kalınlaştıkça, imanın zayıflaması’ gibi. Hatta oruç bunun için farz kılınmıştır
bile diyebiliriz. ‘Doymadan kalkın sofradan’ kelamı da bu duruma işaret eder.”
Gece gündüz yazı masasının
başında, atölyesinde, laboratuarında… Saatlerce, deliler gibi çalışan bir
kişinin tok olması zaten mümkün değil. Çalışan, araştıran, inceleyen kişilerin
aşırı toklukları zaten olmaz. Çok iyi hatırlarım, işe başladığımız günlerde
tecrübeli bir üstümüz şöyle öğüt vermişti: “susarsanız suyunuzu için, acıktıysanız yemeğinizi yiyin, tuvalet
ihtiyacınız olduğunda da mutlak surette gidin”,
şimdi, şimdi anlıyorum. Masanın başında belgelere, dosyalara daldığımız vakit,
gerçekten susayıp su istemiştik ve gelen suyu neredeyse saatlerce orada
unuttuğumuz çok olmuştur, gelen çayın soğuduğu için geri götürüldüğü, yanan
sigaranın kendiliğinden bittiği gibi…
Tok’luk, ense kalınlığı,
göbek burada açgözlülük anlatır. Tamah’ı anlatır. Doymazları anlatır. Yedikçe
acıkırlar, acıktıkça yerler. Böylece durmaksızın şişerler. Gözlerinde, padişah
sofralarının bitmez tükenmez, envai çeşit yiyecekleri bir türlü gitmez,
padişahların, sultanların sahip oldukları mal varlıklarına sahip olabilmek,
onlarla yarış edebilmek için var güçleri ile çalışırlar, bu çalışmak sadece
biriktirmek, mal üstüne mal yapmakla ilgilidir. Para istifi. Muhafazakâr tabiatlı
tanımlı kişilerdendir. Babasından, ailesinden, belki de okuldaki
öğretmenlerinden öğrendiklerini sıkı sıkıya saklar, iman derecesinden bağlanır.
Cuma namazları, Ramazanlarda Teravih namazları, Bayram namazlarını asla
kaçırmaz. Bu anlamda da sıkı sıkıya Müslümanlığını yaşar. Bir yandan göbeği
kalınlaşırken, öte yandan cennette en mutena köşelerden yerini ayarlamıştır.
Onun için dünya rahatı ne kadar kuvvetli ise, cennette de o kadar kuvvetli
rahat edecektir…
Bir anlamda “hangi hal üzereyseniz o hal ile öteye
geçersiniz” kelamının kendilerince yorumudur.
Bu tarz düşünce ve hayat
içinde, bedenin bir gün toprak olacağı ve hayatın sonlanacağı inancı vardır.
Çünkü kendisinin bedenle bağlı olduğuna inanır, bedenin kendisi olduğuna iman
etmiştir. Böylece hakikate uzak bu inanç ile tasavvurunda yarattığı (tabii
olarak atalarından, büyüklerinden dinlediği hikâyelerin tesiri ile de) Allah
inancının mutluluğu içinde yaşayıp, hayatının sonlanmasını beklemektedirler.
Hayat bir yerde sonlanırken, diğer bir yerde (boyut) yeni hayat başlamaktadır
oysa. Kimin için böyle? İnsan (Adem) için. Bütün isimlerin talim edildiği
insan. Yukarılarda, ötelerde, bulutlardan sonra Allah aramayan İnsan, aradığını
kendinde arayıp ve bulan İnsan. “Şah
damarından yakınım” inancının içselleştirildiği yapı olan
insan.
Asıl olan, birilerinden
(atalardan, öğretmenlerden, kitaplardan) öğrenilenleri yeterli görüp, onların
anlattığı, bellettiği kadarına kâfidir dememektir. Sorgulamak, araştırmak ve
inceleyerek manaya ulaşmak ve birilerini taklit etmekten kurtulmaktır. Tahkik,
hakikate götüren yoldur. Hakikatin bizatihi kendisidir. Çünkü ilim kendisinden
ve kendisidir. Boşuna verilmez ilim. Bedava verilmez ilim. Çalışanın,
araştıranın, tahkik edenin hakk’ıdır ilim.
Göbeklenme, ense
kalınlaşması aleyhinde söylendik durduk. İyi ya, İnsan dediğimiz (Kur’an ahlâkı
ile ahlâklanmış) hiç mi zengin olmayacak? Olmaz olur mu? Onlar zenginliklerini
gönüllerine mal etmezler, ellerindeki avuçlarındaki lazime, kullanılacak,
ihtiyaç görecek, bir işe yarayacak cinsindedir. Bu itibarla yerinde kullanılır.
Sahibine verilir. İhtiyaç sahibi bulunur. Har vurup harman savrulmaz. Yerli
yerinde kullanılır. İmam-ı Azam Ebu Hanife büyük zenginlere örnek olarak daima
verilmektedir. Tamah’tan, cimrilikten, kıskançlıktan, hırstan, hasetten uzak
olunarak, istenildiği kadar zengin olunmasının hiçbir mahsuru olamaz.
Gönlünde, dünyanın zerresi
bulunmayan, ulular hürmetine…
*****
Yazı bu aşamaya geldiğinde,
hem face sayfasında yayınlanması ve hem de edite edilmesi açısından Abdurrahman
Biçer Hoca’ya gönderildi. Yazının başlığı Hoca’ya attir. Böyle uygun gördü.
Yazıyı tekrar okudum. Bu
yazıda, ‘Sıfır’ neredeydi, ‘Sonsuzluk’ ne taraftaydı anlayamadığım anda;
Cevap ‘Yunus’tan geldi:
“Ölüm hayvan içindir, İnsan ölesi değil”
MERAKLISINA NOT:
Abdurrahman Biçer, Face Book’ta ismini “MAVİ UMUTLAR ATÖLYESİ” olarak
belirlediği bir sayfa hazırlamış ve amacının bir “Akademi oluşturmak” olduğunu
bildirmiştir. Başlangıç olarak “Varlığın esası nedir?” başlığı ve konusunu
seçmiştir. Şimdi o sayfada tartışmalar yapılmaktadır. Okuduğunuz bu yazı da
bildirilen sayfa için hazırlanmıştır.
İlgilenenler, meraklılar sayfaya uğrayıp, tartışma ve görüşmelere
katılabilirler.
Abdurrahman BiçerB
YanıtlaSilİçimizde mal bakımından en zengin olması gereken Peygamber Efendimiz değil mi?...
Ki O (sav); Sabah Namazına çok az kala kapısını tıklatıp sadaka isteyen fakire sahip olduğu tek kat elbisesini çıkartıp vermedi mi?...
Ayfer Gündüzhev Yıldırım :
YanıtlaSilÇok güzel...Teşekkürler:)...
“İyi ya, İnsan dediğimiz (Kur’an ahlâkı ile ahlâklanmış) hiç mi zengin olmayacak? Olmaz olur mu? Onlar zenginliklerini gönüllerine mal etmezler, ellerindeki avuçlarındaki lazime, kullanılacak, ihtiyaç görecek, bir işe yarayacak cinsindedir.”
YanıtlaSilYukarıdaki alıntıyı aşağıdaki Nasrettin Hoca fıkrasıyla karşılaştırırsak sanırım bir insanın hem zengin olması hem de Kur’an ahlakıyla ahlaklanmış olması biraz havada kalır. Ne dersiniz?
“Nasrettin Hoca’nın kapısı gümbür gümbür çalınır bir gün. Hoca kapıyı açar bakar ki, kan ter içinde bir adem durur karşısında. Adam heyecanla:
- Hocam anam ağır hasta, ölmek üzere. Hekim dedi ki, eğer anam 40 yıllık sirkeden bir fincan kadar içerse iyi olurmuş. Sen de 40 yıllık sirke olduğu söyleniyor. Doğru mu bu? Var mı sahiden?
Hoca:
- Evet var! deyince adamın yüzü gülmüş.
- Hocam hadi o zaman bir fincan sirke ver de hemen gidip anamı kurtarayım.
Hoca „olmaz“ anlamında başını sallayınca adam şaşırmış:
- Aman elini ayağını öpeyim hocam. Niye ver miyorsun? Anam ölecek yoksa diyorum, deyince
Hoca:
- Bire gafil her gelene bir fincan sirke verseydim ben de 40 yıllık sirke mi olurdu?”
Selamlar, sevgiler.
Sayın Dr. Sarı,
SilYorumunuz için teşekkürler.
Yukarıdaki yorumlardan, Abdurrahman Biçer'in yorumunu okur musunuz,
Sanırım açıklayıcı olacaktır.
Saygılar...