27 Ocak 2013 Pazar

Boş Söze Alkış Çok Olur!



Neler söylendiğine bakalım evvela. Konuyu kavramaya çalışıp, övgülerimizi, sövgülerimizi ancak, söylenileni anladıktan sonraya bırakalım derim.

Okumak, dinlemek zevktir. Zevk aldıkça öğrenmeye meyleder insan. Burada bir konu önemlidir. ‘Öğrenmek’, bilmediğini demektir, ancak öğrenme eylemi, bilmedikleri ile karşılaşınca oluşur. Fakat zor bir durumdur. Öğrenmek, çaba ister, çalışma ister, odaklanma ister. Bu aşamalar sıkıntılıdır, azabı vardır, eziyeti vardır. Bu itibarla katlanmak istemeyenlerin sayısı, katlananlardan kat be kat fazladır.

Bir eğitim sistemimiz var ki, Allah beterinden saklasın diyeceğim ama daha beteri var mıdır bilmiyorum. Dört seçenekten birisini seçip mezun olan ve aynı yöntemle üniversiteye giriş yapan yarış atı öğrencileri. Konuyu öğrenmek değil, doğru olanı bulma yarışması. Bunun için de çok çeşitli yöntemler geliştirmişler, okulların, dershanelerin geliştirdiklerine ek olarak öğrenciler de kendi prensiplerini geliştiriyorlar. Doğru cevabı yakalama prensibi.

Okul sıralarında başlar okuma alışkanlığı ve terbiyesi. Öğretmen kılavuzluğunda yapılmalı bu alıştırmalar. Sonra bırak kendi halinde deryada yüzsün, öğrensin, bellesin sınırsız, uçsuz bucaksız ilim deryasında…

Böyle değil bizimkisi. Kitaptan, şeytandan kaçar gibi kaçar öğrenci. En kolayından, en hafifinden okur gerekirse. Klasikler yoktur listesinde, yenilerin adı bile geçmez. Bir-kaç, büyük bakkalların görünen yerlerine kurulu stantların en üstündeki, en çok satanlardan bir iki seçmecesi vardır, hepsi o. Bu aşamada kusuru sisteme, okullara, öğretmenlere yüklemek hakkımız vardır. Edebiyat, sosyoloji, tarih, coğrafya, felsefe, mantık ve dahi fen bilimleri hocalarına.

Kendi halinde kitap okumaya koyulanların da yardıma ihtiyacı olabilir. Yardımsız çıkamayabilir girdiği dehlizlerden. Bu vakit, öğretmenini yanında bulamazsa çocuk, bir daha kitap alamaz eline.

Derin düşündürmeye, araştırmaya sevk edici değil tedrisatımız. Yüzeysel, yüzeysel olduğu kadar çeşitli de değil. Ders kitaplarında işlenen konular ve öğretmenin olsa da olur, olmasa da tavrı sebebiyle öğrenciler de sadece sınıfı geçebilmek için bir-kaç okuma ile kaldırıp atıyorlar kitapları. Sınavlar ise daha beter. Araştırmaya yöneltici sorular yerine, kitabın başlıklarının sorulduğu ve derinlemesine, tatminkâr cevapların aranmadığı sorular.

Rahmetli Server Tanilli 20 Haziran 2008 tarihinde Cumhuriyet’te yazmıştı, Fransa’da sorulan felsefe sorularını. Bir kaçını buraya alırsak anlatmak istediğimiz daha da iyi anlaşılabilir. “İdrak eğitilebilir mi?, Canlıyı bilimsel olarak tanımak mümkün mü?, acı çekmeden arzu mümkün mü?, sanat, bizim gerçeklik üzerine bilincimizi değiştirir mi?” sorulardan örnekler bunlar. Hoca, şu cümleleri açıklama olarak ilave eder yazısında: “Felsefenin, insanın önünde açtığı bir dünya vardır ki, yaşamın içinde yürürken, kendisi ve toplum üstüne karar verirken, kişi bu eğitimin yararlarını görecektir. Felsefenin gücü de, akla ve bilime dayanmasından geliyor. Bu iki dayanak, toplumda başta gelen temellerdir. Eğitimde gençleri yetiştirirken bunlarla donatmalıdır”.

Şimdi, yukarıdaki sorulara bir daha bakıp, bizim gençlerimize sorulan sorularla karşılaştırırsak, hangi sonuçlara varırız?

Bırakalım öğrencileri, bu sorulara, öğrencileri eğiten öğretmenler nasıl cevap verirdi?

Böyle yetişince öğrencilerimiz, aldığı gazetedeki fikir yazılarını değil, cümleleri sloganlarla dolu, sıradan ve bom boş yazıları okumaya koyulacaktır.

Hatta siyaset meydanlarında boş konuşan siyasiler daha fazla alkış, tabiî ki, daha fazla oy alacaktır.

NOT: Bu yazımız, Metin Boşnak Hoca’nın “edebiyat ve eleştiri” başlıklı yazısından önce yazılmış fakat yayınlanması ertelenmiştir. Birlikte değerlendirilmesi… http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi69950-Edebiyat_ve_Elestiri.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...