‘Halkımız çoğunluğu ile bir
anayasa değişimi istiyor’ teraneleri ile yazılmasına çalışılan yeni anayasa
metninden haberiniz vardır umarım. Böyle söylüyorum çünkü ne halkın umurunda
bir anayasa yapılması isteği, ne de anayasanın değiştirilmesini isteyenlerin
gerçek, özgürlükçü ve Türk Milletine uygun bir anayasa yapma dertleri var.
İktidara geldikleri günden itibaren Türkiye’de bulunan etnik unsurların
kimlikleri üzerinden söylem geliştirenler de, asla bildikleri, kendi düşünceleri,
idrak ettikleri fikirler üzerinden değil, kendilerine adeta dayatılan
fikirleri, teorileri, denklemleri, planları üzerinden siyaset yapmayı
yeğlemektedirler. Ortaya getirdikleri her düşünce, mihver olarak Cumhuriyetin
kazandırdıklarını ters yüz etmeye yönelik, dolayısıyla Atatürk düşmanlığını
çağıran, bildiren söylemler ve eylemler olmaktadır.
Anayasalar değiştirilemez
mi?
Neden değiştirilemesin.
Çağın gerçekleri, ilmin gelişmeleri, halkın idraki seviyesine çıkartılması
çalışmaları daima, sürekli olarak yapılabilir, yapılmalıdır. Mesele bu
çalışmaları kim yapacak, değişim çalışmalarının alt yapısı, düşünce sistematiği
nerelerden alınacaktır? Sorun budur. AB ve ABD’nin küflü düşünce kurumlarının
ürettiği fikirler üzerinden hareketle yapılmak istenen anayasa değişim
çalışmaları asla ve kata derde şifa olamayacaktır. Belki iddia ile söylemek
kabildir ki, dertleri artıracak, yeni belalarla karşılaşmamıza vesile
olacaktır.
Müjdat Öztürk
(gazete2023.com) sitesinde yazdığı, 22 Ağustos 2012 tarihli yazıda; “18. Yüzyılın sonuna yaklaşıldığında
Osmanlı imparatorluğunun karşılaştığı değişim ve etkileşim karşısında yaşadığı
şaşkınlık neyse Türkiye Cumhuriyeti de dünyada yaşanan değişim karşısında aynı
şaşkınlığı yaşıyor. Aradan bir yüz yıl geçmiş olmasına rağmen adeta bir
‘dejavu’ hissi uyandıran gelişmelere ve tartışmalara şahitlik ediyoruz. Geride
bıraktığımız yüz yılın başlarında Osmanlı’nın karşı karşıya kaldığı ayrılıkçı
hareketlerin ve siyasi baskıların neredeyse aynısına maruz kalan Türkiye
çeşitli arayışların kucağına savruluyor.”
Öztürk’e göre değişen bir
şey yok, yüz yıl evvel sahneye konan oyun ayniyle sahnelenmeye çalışılmaktadır.
Lakin tek fark var. Bu kez siyasi olarak arkalarına aldıkları güç, yıkım
yapılanmasına karşı çıkanlardan kat be kat fazladır. Ve bu güç, yazara göre; “Yeni bir anayasa ve eşit yurttaşlık
temelinde oluşturulacak bir Türkiye’lilik bilincinin bizi bir arada tutacağını
zannediyor.”
Nasıl oldu da bu aşamaya
gelinebildi?
Dr. İkram Çınar bir
makalesinde problemin bir yönüne temas eder:
“Toplumları sarsmak için değerler
aşındırılmakta, onu ayakta tutan en önemli kurum olan aileye saldırılmaktadır.
Romanlarda ‘aldatma hakkınızı kullanmalısınız’ önerisi ikna edici biçimde
yapılır. İhanet etmek bir ‘hak’ olarak sunulur. Edebiyatımızda bunun misyonerliğini
yapan ‘Türkiyeli’ romancılar bulunmaktadır (bunlar Türkiye’yi aşağıladıkça
dışarıda ödüllendirilirler). Kültürel değerlerimizin en aşağılık şey olarak
gördüğü ‘ihanet ve aldatma’ yazılarında meşrulaştırılır. ‘aşağılık olan
yüceltilerek’ değer haline getirilir. ‘İhanet’ romanlarında öyle sahneler ve
duygu ortamları ortaya konur ve aldatma öyle meşrulaştırılır ki, okur onu âdeta
yaşar, ilginç bulur ve gerçekleştirmek için çareler arar. Romanı okurken,
kahramanla özdeşleşen, olaya onun penceresinden bakan okur, zaten olayı
yaşamaktadır. Okuyucu aldatma duygusunu zihninde kurgulamış, yaşamıştır. Artık
tabu yoksa evlilik ve aile aslında yoktur. Bunun bir adım sonrası aldatma
‘hakkını’ kullanan ya da kuşkunun penceresinde kıvranan eşlerin parçaladıkları
ailelerdir.” (Dr. İkram ÇINAR, Mankurtlaştırma sürecinde ateş suyu
etkisi, eğitişim dergisi, sayı 4- 2003)
İhanet romanlarındaki
kahramanlarla özdeşleşen halk, kendisini ihanet etmeye meyyal görürken, haince
fikirlere kul-köle olmayı hak olarak görmeye başlar ve böylece yıkım
müteahhitlerine gönüllü ve sorgulamayan askerler olarak emre amade olarak ve
hiç düşünmeden, hiç araştırmadan etnik milliyetçiliğin ‘Türkiyelilik’
söyleminin ve amacının amansız savaşçısı olmaktadır. Aslında ne anladığı da
belli değil, nüfus cüzdanında ‘Tükiyeli’ yazmasının ne manaya gelebileceğini de
bilmiyor. ‘Mankurt’laştırıldıktan sonra her talebi fikretmeden kabul ve
destekçisi durumuna gelmektedir.
Edebiyatçılarımızın, gazete
yazıcılarımızın, TV yorumcularımızın vebali tartışmasızdır. Belki de
(kesinlikle) her biri ödüller, maaşlar, şanlar, şöhretler sahibi
edildiklerindendir. Emek harcamadan, yorulmadan, alınları terlemeden
verilenleri, halka anlayabilecekleri, kandırabilecekleri şekilde anlatmak olan
bu zavallılar, bir gün ‘Ali Kemal’liklerinin yüzlerine vurulacağını da bilerek…
Yakın geçmişimiz
hatırlardadır. “Kürt açılımı”, “Ergenekon soruşturması”, “Balyoz soruşturması”,
“Habur rezaleti”, “Oslo görüşmeleri”… Gibi yakın geçmiş resimleri hep bu
“Türkiyelilik” kavramının gündemimize sokulması ve içselleştirilmesinden sonra
vukuu bulmuştur.
Gönüllü destekçilere
duyurulur.
Mehmet Kınacı:
YanıtlaSilAli Kemal günümüzdekilerden daha şerefli,daha namusluydu!!!O hiç olmazsa "İNGİLİZ MANDASI" olmanın şehvetini savunuyordu...Şimdikiler TAM (affedersiniz)orospu..Hem hain,hem saklıyor!!!