1 Kasım 2012 Perşembe

‘Türkiyeli’ Vatandaşlar



‘Halkımız çoğunluğu ile bir anayasa değişimi istiyor’ teraneleri ile yazılmasına çalışılan yeni anayasa metninden haberiniz vardır umarım. Böyle söylüyorum çünkü ne halkın umurunda bir anayasa yapılması isteği, ne de anayasanın değiştirilmesini isteyenlerin gerçek, özgürlükçü ve Türk Milletine uygun bir anayasa yapma dertleri var. İktidara geldikleri günden itibaren Türkiye’de bulunan etnik unsurların kimlikleri üzerinden söylem geliştirenler de, asla bildikleri, kendi düşünceleri, idrak ettikleri fikirler üzerinden değil, kendilerine adeta dayatılan fikirleri, teorileri, denklemleri, planları üzerinden siyaset yapmayı yeğlemektedirler. Ortaya getirdikleri her düşünce, mihver olarak Cumhuriyetin kazandırdıklarını ters yüz etmeye yönelik, dolayısıyla Atatürk düşmanlığını çağıran, bildiren söylemler ve eylemler olmaktadır.

Anayasalar değiştirilemez mi?

Neden değiştirilemesin. Çağın gerçekleri, ilmin gelişmeleri, halkın idraki seviyesine çıkartılması çalışmaları daima, sürekli olarak yapılabilir, yapılmalıdır. Mesele bu çalışmaları kim yapacak, değişim çalışmalarının alt yapısı, düşünce sistematiği nerelerden alınacaktır? Sorun budur. AB ve ABD’nin küflü düşünce kurumlarının ürettiği fikirler üzerinden hareketle yapılmak istenen anayasa değişim çalışmaları asla ve kata derde şifa olamayacaktır. Belki iddia ile söylemek kabildir ki, dertleri artıracak, yeni belalarla karşılaşmamıza vesile olacaktır.

Müjdat Öztürk (gazete2023.com) sitesinde yazdığı, 22 Ağustos 2012 tarihli yazıda; “18. Yüzyılın sonuna yaklaşıldığında Osmanlı imparatorluğunun karşılaştığı değişim ve etkileşim karşısında yaşadığı şaşkınlık neyse Türkiye Cumhuriyeti de dünyada yaşanan değişim karşısında aynı şaşkınlığı yaşıyor. Aradan bir yüz yıl geçmiş olmasına rağmen adeta bir ‘dejavu’ hissi uyandıran gelişmelere ve tartışmalara şahitlik ediyoruz. Geride bıraktığımız yüz yılın başlarında Osmanlı’nın karşı karşıya kaldığı ayrılıkçı hareketlerin ve siyasi baskıların neredeyse aynısına maruz kalan Türkiye çeşitli arayışların kucağına savruluyor.”

Öztürk’e göre değişen bir şey yok, yüz yıl evvel sahneye konan oyun ayniyle sahnelenmeye çalışılmaktadır. Lakin tek fark var. Bu kez siyasi olarak arkalarına aldıkları güç, yıkım yapılanmasına karşı çıkanlardan kat be kat fazladır. Ve bu güç, yazara göre; “Yeni bir anayasa ve eşit yurttaşlık temelinde oluşturulacak bir Türkiye’lilik bilincinin bizi bir arada tutacağını zannediyor.”

Nasıl oldu da bu aşamaya gelinebildi?

Dr. İkram Çınar bir makalesinde problemin bir yönüne temas eder:

“Toplumları sarsmak için değerler aşındırılmakta, onu ayakta tutan en önemli kurum olan aileye saldırılmaktadır. Romanlarda ‘aldatma hakkınızı kullanmalısınız’ önerisi ikna edici biçimde yapılır. İhanet etmek bir ‘hak’ olarak sunulur. Edebiyatımızda bunun misyonerliğini yapan ‘Türkiyeli’ romancılar bulunmaktadır (bunlar Türkiye’yi aşağıladıkça dışarıda ödüllendirilirler). Kültürel değerlerimizin en aşağılık şey olarak gördüğü ‘ihanet ve aldatma’ yazılarında meşrulaştırılır. ‘aşağılık olan yüceltilerek’ değer haline getirilir. ‘İhanet’ romanlarında öyle sahneler ve duygu ortamları ortaya konur ve aldatma öyle meşrulaştırılır ki, okur onu âdeta yaşar, ilginç bulur ve gerçekleştirmek için çareler arar. Romanı okurken, kahramanla özdeşleşen, olaya onun penceresinden bakan okur, zaten olayı yaşamaktadır. Okuyucu aldatma duygusunu zihninde kurgulamış, yaşamıştır. Artık tabu yoksa evlilik ve aile aslında yoktur. Bunun bir adım sonrası aldatma ‘hakkını’ kullanan ya da kuşkunun penceresinde kıvranan eşlerin parçaladıkları ailelerdir.” (Dr. İkram ÇINAR, Mankurtlaştırma sürecinde ateş suyu etkisi, eğitişim dergisi, sayı 4- 2003)

İhanet romanlarındaki kahramanlarla özdeşleşen halk, kendisini ihanet etmeye meyyal görürken, haince fikirlere kul-köle olmayı hak olarak görmeye başlar ve böylece yıkım müteahhitlerine gönüllü ve sorgulamayan askerler olarak emre amade olarak ve hiç düşünmeden, hiç araştırmadan etnik milliyetçiliğin ‘Türkiyelilik’ söyleminin ve amacının amansız savaşçısı olmaktadır. Aslında ne anladığı da belli değil, nüfus cüzdanında ‘Tükiyeli’ yazmasının ne manaya gelebileceğini de bilmiyor. ‘Mankurt’laştırıldıktan sonra her talebi fikretmeden kabul ve destekçisi durumuna gelmektedir.

Edebiyatçılarımızın, gazete yazıcılarımızın, TV yorumcularımızın vebali tartışmasızdır. Belki de (kesinlikle) her biri ödüller, maaşlar, şanlar, şöhretler sahibi edildiklerindendir. Emek harcamadan, yorulmadan, alınları terlemeden verilenleri, halka anlayabilecekleri, kandırabilecekleri şekilde anlatmak olan bu zavallılar, bir gün ‘Ali Kemal’liklerinin yüzlerine vurulacağını da bilerek…

Yakın geçmişimiz hatırlardadır. “Kürt açılımı”, “Ergenekon soruşturması”, “Balyoz soruşturması”, “Habur rezaleti”, “Oslo görüşmeleri”… Gibi yakın geçmiş resimleri hep bu “Türkiyelilik” kavramının gündemimize sokulması ve içselleştirilmesinden sonra vukuu bulmuştur.

Gönüllü destekçilere duyurulur.

1 yorum:

  1. Mehmet Kınacı:

    Ali Kemal günümüzdekilerden daha şerefli,daha namusluydu!!!O hiç olmazsa "İNGİLİZ MANDASI" olmanın şehvetini savunuyordu...Şimdikiler TAM (affedersiniz)orospu..Hem hain,hem saklıyor!!!

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...