Avusturya’nın psikolojik
propaganda sonucunda, bir tek kurşun sıkmadan Almanlar tarafından 1938 yılında
işgal edilmesini anlatır 27 Ağustos tarihli makalesinde Servet Avcı. “Viyana’ya silahlı birlikler girmeden
yıllar önce evlere radyolar yoluyla giren Nazi propagandası işgali başlatmış,
zihinleri çoktan teslim almıştı… Domenach’a (Fransız psikoloji uzmanı) göre
Avusturya halkı, ‘bugün yarın Alman orduları gelecek’ şeklindeki bıktırıcı,
usandırıcı tehdidin sürekli tekrarlanması karşısında ‘artık ne olacaksa bir an önce
olsun’ noktasına planlı bir şekilde getirilmiş, sindirilmiş, muhtemel direnci
kırılmış ve olacakları kabul hale gelmişti…”
Ne olacaksa olsun!
Bu söz tanıdık geldi bana.
Yanımda konuşuldu çünkü. Öyle bir imanla söyledi, öyle bir inandırmak isteği
ile söyledi ki, “bu
sözünüze katılmıyorum” şeklinde yaptığım itiraz duyulmadı
bile. Şırnak, Şemdinli ve Hakkâri il ve ilçelerinde ve son olarak Gaziantep’te
PKK militanlarının yaptıkları silahlı ve bombalı olaylar ve şehitler üzerine söylenmişti.
“Nedir ki, Şırnak, Hakkâri
ver gitsin ve kurtul. Bu kadar basit bir çözümü ne diye göz önüne almazlar ki?”
söz
bu. “Ver kurtul”. Söyleyen ise (ki, vahim olan da budur) otuz beş yıllık bir
hâkim. Neye göre ve niye verilecek? Peki, Van ne olacak? Bitlis kime kalacak,
ardından da Siirt gelecek oralar ne olacak? Sorumuz ise cevapsız kaldı. İtiraz
yükseltildi. Hayır hayır bu kadar değil, diyorlar ki, “en büyük Kürt Şehri İstanbul’dur. Söyler
misiniz İstanbul ne olacak?”. “O kadar da değil”, dedi.
Lakin laf ağızdan çıkmıştı bir kere.
Propaganda önemli bir savaş
silahıdır. Irak’ta, Libya’da içinde bulunduğumuz günlerde de Suriye’de şahit
olduğumuz gibi. Özellikle son günler karşılıklı propaganda savaşlarının ne
kadar önemli olduğunu, siyasilerin konuşmalarından bu konuşmaların medyadan
verilmesinden anlıyoruz. Etkili kullanıldığında birkaç atom bombası tesirini
gösteren acımasız bir bomba.
Yeni bulunmuş bir silahta
değil, insanın dünyaya düşüşünden sonra ortaya çıkmış, fitne kelimesi ile
belleklere kazınmış bir bomba. Savaşlar öncesinden, kurulu bulunan teşkilat
aracılığı ile millet içine haber salma, yanlış bilgi verme veya istedikleri
bilgileri istedikleri şekilde verme gibi çalışmalardır. Bunlar için koca koca
medya şirketleri kurulur, dev televizyonlar yatırımları (El-Cezire gibi)
yapılır, haberin veya bilginin o halkın kültürüne göre nasıl verilmesi
gerektiği çalışmaları yapılır ve bomba salınır millet içine. Bu çalışmalardan
en etkilisi ise, çalışma yapılacak millet içinden akademisyenler, itibarlı
gazeteciler, iş adamları, sivil toplum kuruluşu yöneticileri, devlet kademelerinde
görevli üst düzey yöneticiler gibi etkili ve yetkili kişileri bulup, çeşitli
yöntemlerle kendi saflarına çekilir ve düşman milletin istekleri onlar
vasıtasıyla millete aktarılır. Kaleyi içten fethetmenin yoludur bu ve daima bu
yol denenir.
Türk Devletlerinin
parçalanmasında kullanılan yöntemleri 2500 yıl evvel General Sun-tzu Savaş
Sanatı isimli kitapta belirtmiştir. (*)
“-Hasım ülkelerde iyi olan şeyleri gözden düşürün.
–Hasım ülkelerin hakanlarının başarılarını küçük göstererek
şöhretlerine gölge düşürün ve zamanı geldiğinde, kendi halkının onları hor
görmesini sağlayın.
–Adi ve aşağılık kişilerin işbirliğinden yararlanın.
–Düşman halkın kendi aralarında olan uyuşmazlık ve kavgalarını yayın.
–Hasmınızın geleneklerini gülünç hale getirin.” (*)
Uygulama ve uygulanan hep
aynıdır. PKK’nın kanlı eylemleri yoluyla milletin ‘artık yeter’ dediği bir
noktaya doğru sürükleniyoruz. ‘Ne olacaksa olsun’ düşüncelerinin oluştuğu,
halkın içine yayıldığı günler içindeyiz. Kirli propaganda etkili ağızlarla söyletiyor
bu lafları, dinleyiciler ise kafa sallayarak, baş eğerek onaylıyorlar. Zor
durumlardayız. “Vermem ondan ben bir karış” günlerinden, “Ver kurtul” günlerine
evrilmişiz.
Milletin iman gücünü
zayıflatma çalışmaları sonuç vermiş gibi görünüyor (veya sonuç vermek üzere).
Lazım olan ne ise,
yetkililerin tedbir alması gerekmektedir.
++++++++++++++
(*)Prof.Dr. Mehmet Erdaş
Facebook paylaşımından alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder