1978 yılı.
Ney, ud, tambur, kanun,
keman, tef, kudüm ve bender sazlarından kurulu bir saz heyeti. Beş – altı
kişilik bir koro. Sunucusu, malzemecisi, sescisi, grubun idarecisi derken neredeyse
yirmi kişilik dost topluluğu. Koroyu neyzen idare ediyor. Çeşitli şehirlerde,
ilçelerde tasavvuf musikisi konserleri veriyorlar.
Konser yerlerine gidiş
gelişler, şehirlerdeki boş zamanlar, yemek, gezinti gibi etkinlikler hep
birlikte yapılıyor. İnsicam halinde bir grup.
Tanımlanan grubun yolu
Konya’ya düşer. Bir sinema salonu kiralanmıştır. (Ferah sineması, şimdi yerinde
yeller esiyor, Türkiye sinemalarının başına ne geldiyse, Ferah Sinemasının da
başına aynısı gelmiş, neyse konumuz bu değil) şehrin ileri gelenleri, valilik
makamından, belediye teşkilatından yöneticiler, adliyeden hâkim, savcılar ve
diğer yöneticiler, hususa şehrin manevi kimliğini dokuyan ehil adamlar… ve
salon hınca hınç dolu.
Konser hazırlıkları sürekli
olarak yapılan bir çalışma. Seyahat halindeyken bile, “şu eserdeki, falanca
sese şöyle basılmalı, geçkiler daha yumuşak yapılmalı mesela şöyle, koristler
burada sağ ellerini göğsüne götürmeli… Gibi fikirler söylenir ve doğru bulunan
teklifler hemen uygulanmaya konulurdu.
*
Her konser öncesi olduğu
gibi, Neyzen Ekrem Vural o gece de yine telaş içerisinde, heyecanlı, yerinde
duramaz halde. Kuliste her sazla ilgileniyor, yanlarına giderek neyi ile ses
verip sazların akortlarını kontrol ediyor, koristlerle tek tek ilgileniyor,
seslerini soruyor, sunucuya “sakın orada şu lafı söylemeyi unutma” tembihini
yeniliyor, teknik işlerden sorumlu görevliye tertibatı kontrol ettiniz mi, ‘Ş’
kontrolünü yaptınız mı? Sorularını yöneltiyor, yerinde duramıyordu. Her konser
öncesi Ekrem Vural’ın tabii hali idi bunlar. Artık grup elemanları da bu hale
adapte olmuşlardı.
*
Büyük bir vakar ve edeb
içinde sazendeler ve koristler sahnede yerini alır ve konser başlar.
Kendiliğinden oluşan, tabii
bir hadisedir bu konserler. Kimse kendini seyirciye beğendirme heveslisi
değildir, herkes vazifesini kendisinin zevki, kendisinin hali, kendisinin
tatmini için yapardı. Doğal bir hal, kendiliğinden oluşan ama kişiler, sazlar
ve sesler arasında büyük bir uyumun sağlandığı tabiîlik.
İkinci bir isim daha
vereceğim. İsmail Coşar. Zirve bir ses, muhteşem bir okuyuş. Kaside okumaya
başladığı sırada bu sesi duyanlar mıh gibi yerine çakılırdı. Nefes bile
almazlar bu zevki doyasıya yaşamak isterlerdi. Aslında İsmail Coşar hala aynı
ses ve okuyuşa sahiptir, hatta iyice kendine oturmuş, seslerin, kelimelerin,
cümlelerin hakkını vererek hala okumaya devam etmektedir.
Konserin bir bölümünde
İsmail Coşar, Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şehitleri isimli şiirini, kaside
tarzında okuyordu. Milli manevi uçlara hitap eden bu kaside okunmaya
başlayınca, Şehitler, Gaziler, Erenler gecenin bir yerlerinde semaya durur,
Coşar’ın kalpten haykırışına dem vururlardı. İşte o zamanlardan, o anlardan, o
demlerden bir dem daha yaşanıyordu. Nutku kesildi Coşar’ın. Vücudundaki
kanların tamamı yüzüne vurdu. Kızıl bir hale büründü. Katıldı… Bu hal iki
dakika (hesaba sığmaz anlardır bunlar, anlatılamaz anlardır bunlar) kadar
sürdü.
Konser gece yarısına doğru
son buldu. Seyirciler alkışladılar, bağırdılar, selamladılar, hayır dilediler,
selamlaştılar…
Dinlenmek üzere otellerine
çekildiler.
*
Ertesi gün, yeni konserin
verileceği yere doğru otobüsle gidiliyordu. Ön tarafta bir mikrofon vardı.
Neyzen ve koro şefi Ekrem Vural mikrofonu alarak, o yumuşak, o ney sesinin,
kendi sesine benzeştiği sesi ile, derinden.. İçli bir tarzla: “Neydin
güzelim sen dün gece neydin” şarkısını söylemeye
başladı. Saba’nın hakkını veriyor, manayı yerli yerinde okuyordu. İsmail
Coşar’ın gözlerinden yaşlar süzülüyordu. “Ateş gibi, afet gibi bir
korkulu şeydin”, “Takat kalmadı…
Şarkının son mısraını
otobüste herkes, gözleri yaşlı bir şeklide bir kez daha tekrarladı.
“Ateş gibi, afet gibi bir
korkulu şeydin”
NOT: Bunu da yazmalıyım.
Korodaki Bender’i Hafız Tahir Karagöz çalıyordu ve koristler grubuna dâhildi.
Grubun tekke adabı ve koronun tekke -camii- tarzı okuma eğitimi onun telkinleri
ile yapılıyordu.
Elektronik postama gelen
bir iletiden okudum. Neyzen Ekrem Vural, Hakk’ın Rahmetine kavuşmuştur. Mekânı
cennet olsun. Kalanlara güzel ahlak sabrı dilerim.
Ali Haydar Zülfikar :
YanıtlaSilHatıraların güzelliğinde yaşarken günümüzün mat ilişkilerinin ıstırabı belki hafiflemiştir. Bu hatıra yazısında bir kaç cümle var ki, düşünenler için tarifsiz güzellikleri ihtiva ediyor.
O sihirli cümleleri keşfedebilmek için yazıyı okumak gerek.
Candan Nurgül:
YanıtlaSilAllah rahmet eylesin,vardığı yerde huzur bulsun.
ALLAHTAN RAHMET DILIYORUM
YanıtlaSilDr. Kemal Özbagi