22 Şubat 2012 Çarşamba

Bir Dem Fasl-ı Muhabbet


Yitik zamanlardan kalma, bir dostluktu bizimki.

O zamana geri dönüş mümkün, dostu dostça karşılamak mümkündü. İhtimal o ki, tatlı bir kelam, ama yakıcı kokusuyla havayı değiştirir, hiç olmayacak zannedilen vuslata oturur kalırdı. Umut hep vardı. Özlem gibi.

Kar rengi hayallerdeki gibi idi gelişi. Gidişi olmayacak güzellikte. Ne dersen de, bir umuttu bizimki. Bir özlem.

İkram edilen tabureye oturduğu vakit, derin soluklanarak, epeyce zaman olduğunu da mırıldanmıştı dudaklarından. Zaman, geçmeye mahkûmdu idrakimizde. Ne varsa hatıralardan bir bir zaman üstüne kurulu, kelimelere bile gerek olmayan lisan-ı hal ile anlatırdı olup biteni. Kalplerden kalplere giden yol, bir bakışla, bir nazarla belirir, hat kurulurdu, iletişim tamamlanırdı. Kanal ayarlı ise eğer kesintisiz bir haberleşme artık mümkündü.

Testiye taze suyun doldurulması için lazım olan boşaltılmasıdır testinin. Bayatlamış, eskimiş suyun boşaltılıp taze su için musluğa vurulması gerek testinin. Serin, tatlı yayla suyunun lezzetinden şifa bulmak, tadını yudum yudum, zerresini bile havaya vermeden yudum yudum içmek kana kana..

Çaylar içiliyorken havadan sudan konuşmalar oluyor, memleket ahvali, yöneticiler gibi konular gündeme geliyordu. Hava sıcak olmasına rağmen, bulunduğumuz yerdeki asma ağacının gölgeliği bizi hardan koruyor, kuzey bakı kısmından hafif bir esinti yüzümüzü serinletiyordu. Ara sıra da etraftaki komşuların şakalaşmaları tat katıyordu sohbetimize.

Nerelerdeydi kim bilir? Neler düşünüyor, kimlerle irtibat kuruyordu?

Alnında biriken bulgur bulgur terleri mendiliyle sildiği vakitler, sanki en kutsal ibadetlere eğilir gibi hal hatır soruşları, bir öğrencinin dersleri hakkında bilgi aldığı anlar hepsi ama hepsi mübarek bir görev yaptığı izlenimini verirdi. Hiç bir sorusu dil ucuyla olmaz, taa içten gelen kalbi sorular olurdu. Bazen akıllar verir, öğütler verir hiç uzatmazdı hepsi hepsi birkaç cümleden ibaret. Konuştuğu vakit, en büyük nutuk verenlerin haline bürünür, kelimelerin hakkını vererek, cümlelerin manasını zihne yerleştirerek konuşurdu. Hepsini de ibadet vakarıyla tamamlardı.

Aslında konuşmazdı. Mesajlarını taş ustası gibi akıllara kazırdı O.

Hep İnsan olmanın, İnsan olabilmenin fazileti üzerinde durur, “dünyaya gelmekteki amacın insan olmak” olduğunu vecizelerle, küçük hikâyelerle anlatırdı. İnsan hedefti onun için. İnsanlar topluluğu için Atatürk’ün “Türk” dediğini de ondan duymuştum. Bir başka âlemin izahıydı İnsan onun için. Hatta âlemlerin. Bunun için Âşık Veysel’in “İki kapılı bir handa / Gidiyorum gündüz gece” dizelerini sık sık tekrarlardı. Geliş ve gidiş yolu olarak, iki kapılı hanı örnek verdiğini belirtir, hele bir türküsü başladığında radyodan nefesler tutulur, gözyaşları içinde sonuna kadar dikkatle dinlerdi.

Her karşılaştığımda, her konuştuğumda üniversitelerin yıllar içine sığdıramadığı fikirleri, felsefeleri kısacık bir zaman içinde nakşederdi hafızalara. Tabi ki, gönüllü olarak.

İşte böyle bir hal içinde bir tutam zamanı daha yitirdik.

Yorgunluk belirtileri yüzlerden okunmaya başladı. Yetti gayrı denildi.

Bir sonraki buluşmanın özlemi şimdiden yakmaya başlamıştı bile.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...