3 Ekim 2011 Pazartesi

Mutlu olmak Sahte midir?

Mutluluk sahte bir kelime midir? ‘mutlu’yum diyebilen insan yalan mı söylüyor? Mutlu olduğunu bağıran kişi, mutluluğu tanıyor mu? O halde çevremizde mutsuzluğun çığ gibi büyüdüğünü görmek neyin nesidir? Zamane hastalığı, modern çağlar illeti diyebilir miyiz? Modernite ilmî ilerlemenin topluca, toplumca kabullenilişi, tedris edilişi ve dönüşümüdür dersek, yüzyıllar önceye göre ki, mevcut ilmi ilerleme insanların nasıl oluyor da mutsuzluğunu körüklüyor? Yanlış bir tanımlama oldu bu cümle. Aslında toplum bütün katmanları eşit düzeyde eğitilememektedir. Modern, çağa uygun demek. Modernite ise, modern çağın gereklerinin bütün milletçe eşit seviyelerde tedris edilmiş olmasıdır, fakat toplum bu durumu mütemadiyen devam ettiremez, zaten eşitsizlik, karmaşa, tedhiş de buradan doğar, böylece; ilimsiz yobazlıklar, tevazudan yoksun bilimbazlar entel denilen kişilikler olarak ortada dolaşırlar.

Mutlu olmak şart mıdır? TDK internet sitesinde şöyle tanımlanıyor mutluluk: “Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu”. Tekrar soralım, bu tanımlamaya göre mutluluk sahte midir? Mutlu olmak şart mıdır?

Dücane Cündioğlu 19 eylül 2010 tarihli yazısında bakın neler söylüyor: “Sanat ve sanatçı mı istiyorsunuz, dua edin de belâlar yağsın üzerinize gökten! Açlıktan nefesiniz koksun! Hüznünüz olsun meselâ. Yoksunluklarınız. İncinmişlikleriniz. Güçsüzlüğünüz.

Kuşkunun pençesinde kıvranın. Dualarınız hep geri çevrilsin. Kahrolunuz. Kahrediniz, yaşamı soğuk bir su gibi teninizde hissediniz. Uykuya hasret kalınız. Şefkat kokan bir nefes beklerken kürek kemiklerinizin ortasında hissedin yârin hançerini. Tadın ihaneti. Reddedilin. İnkâr edin ve edilin. Yaşayın yani. Çelişkiyi. Çileyi.

Bakın o zaman nasıl da göğün kapıları açılıyor. Tanrı nasıl da sesinizi duyuyor. İlham perileri nasıl da dans ediyorlar çevrenizde.”

Ben Mehmet Y. Yılmaz’ın yazısından vakıf oldum ve hemen araştırdım. Tempo Dergisi’nde Alain de Botton yazmış. ”Alman filozof Friedrich Nietzsche (1844-1900) için mutlu olmayı istemek, en ahmakça şeydi. Ona göre, insanlar mutlu olduklarında, değerli bir şey üretemezler. Bu yüzden de, arkadaşlarına yazdığı mektuplarda, çok kibar biçimde, başlarına çok kötü şeylerin gelmesini ve hayatlarında sıra dışı bir değişim olmasını temenni ederdi. ‘Benle alakası olan her insanın, acı çekmeyi, yalnız kalmayı, hasta olmayı, kötü davranılmayı, saygısızca karşılanmayı bilmesini diliyorum. Onlara, kendilerini küçük görmelerini, kendilerine güvenmemelerini ve yenilgiyle perişan olmalarını öneriyorum.’”

Nasıl, Cündioğlu ile Nietzsche arasında bir benzerlik kurulabiliyor, neden? Namuslu insan her yerde namusludur da ondan.

Yapılan araştırmalarda başarılı olmak isteyenlerin tamamına başarılı mısınız sorusunu sordular da, ancak aralarından beş kişi evet diyebildi. Oysa tamamı başarılı ve mutlu olmak istiyorlardı? Başarılı olanlar, sıkıntıyı çekenler, ızdıraplı yaşayanlar, gece gündüz soğuk sıcak demeden tahammül edip çalışanlardı. Bu kişiler, yemek yemeyi, su içmeyi, uyumayı bile unutabiliyorlardı. Sonuçta başarıyı da, mutluluğu! da yakaladılar.

Tasavvuf ekolünde de hüzün ortağıdır yola çıkanın. Hüznün, derdin, ıstırabın, belânın, kahrın olmadığı bir yol, dertlerin bulunmadığı bir makam yoktur. Ki, Hak otağına oturmak için tahtını kul’un gönlünde inşa etsin. O taht ki, harcı “derd”dir. Üzerinde ne kadar derdin varsa o kadar insan olmaya aday, derdin kadar insanlığa yakınsındır. Hak otağını, insanın gönlüne kurar. Otağ kurulmadan gönül’e, ha yaşamışsın ha yaşamamışsın kime ne?

Efendim mutluluktan nereye geldik? Vaktiyle bir siyasi parti kurulmuştu, kendilerini İslâmcı olarak tanımlayanlar tarafından. Partinin adını “Refah Partisi” olarak tescil ettirmişlerdi. Şaşırmış kalmıştım o günlerde. Kendisini İslâmcı tanımlayan kişiler, kendilerine “Refah” gibi maddi bir kavram seçmişlerdi ki, refah kavramının içinde hüzün yoktur. Refah’ın hiç bir bölümünde Huzur’u bulamazsınız. Fakat ulaşılmasında dert, hüzün, melâl barındıran “Huzur”, içinde Refah’ı da barındırır. O günlerden kalmadır, muhafazakâr iktidar destekçilerinin dünya malına düşkünlüğü.

Altın levha üzerine zümrüt harflerle işli, Ahmet Haşim’in dertlerinin aynası mısra ne de güzel anlatır;

 “Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz””

Kim “mutlu”dur, kim “Huzur”a varmıştır. Varın anlayın gayrı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...