10 Şubat 2011 Perşembe

Harabat Ehli

Çoktan beridir, sırtının ortasından başlayıp tüm vücudunu kaplayan, ağır bir sancı ile uyanırdı, kan ter içinde uykusundan. Artık, kullandığı ağrı kesiciler de cevap vermemeye başlamıştı. Sıcak hamamın göbek taşında geçirdiği dakikalar da olmasa, rahat bir nefes almayı epeydir unutmuştu.

İkamet ettiği mahallesinde olsun, zaman zaman uğradığı sokak kıraathanesinde olsun, çalıştığı iş yerinde olsun herkesin sevgisini saygısını kazanmıştı. Karıncayı incittiği görülmemiş, kızdığı kişiye bile “başın sevgi ile derde girsin” cümlesinden başka bir sözünü kimse duymamıştı.  Her kimin, her  ne şekilde bir derdi olursa olsun, tanıdık tanımadık herkesin derdini anlatmak istediği, dert babasıydı milletin. Nerde bulunursa bulunsun birkaç cümle ile etrafını gülümsetir, onların haline girer ve onlarla hemdert oluverirdi. Tüm konuşması birkaç cümle ile sınırlıydı. Bazen Karacaoğlan’dan, Emrah’tan, Aşık Veysel’den bir beyit, bir dörtlük okur, bazen bir türkü sözü, bir şarkının güftesinden mısralar mırıldanır, kendince bu sözleri şerh eder, dinleyicilerin hiç düşünmedikleri manaları beyitler, mısralar üzerine yükler, dinleyicileri ise hayretten kala kalırlardı. Çünkü yıllardır dinledikleri, bu türkülere, bu mısralara şu garip ihtiyarın verdiği manaları asla düşünmemişlerdir.

 Oğulları Oğuz ve kızları Keriman evlenip, evden uçtuktan sonra, geçirdiği trafik kazasının akabinde, aylarca hastanede yatarak, tedavisinin bitimini müteakiben evde istirahata çekilen yatalak karısı ile tek başlarına kala kalmışlardı. Karısının durumunu da düşünerek, emekli olduktan sonra da, evde yapılması gereken, mutfak, çamaşır, ufak tefek temizlik işlerini tek başına yapar olmuştu. Böylece iki yıl geçirdi. Ne azaplar, ne acılar, ne hüzünler yaşadı. Bir kere bile halini hiç kimseye anlatmadı. Bazen çocukları ziyaretlerine gelirler, gelini veya kızı evin temizliğini gözden geçirir, bin bir dua ile uğurlardı evlerine. Sırtına bıçak gibi saplanan sancılar bu günlerde başlamıştı. Karısını bırakıp gidemediği için doktor muayenesini geciktiriyordu.

Kırk beş yıl birlikte yaşadıkları, acı tatlı, güzel çirkin pek çok hatırayı birlikte paylaştıkları, iki güzel çocuklarının annesi,  sevgili karısı iki yıl yatağa mahkûm yaşadıktan sonra, terk etti kendisini. Ötelere uğurladı.

***

Sokaklarında bulanan kıraathaneye uğradığı gün,  üniversite talebesi Gökhan her zamanki gibi onun oturduğu masaya geldi. Selamlaştılar. “Nasılsın” dediler birbirlerine. “Oğul” dedi, ihtiyar. “Neredeyse iki yıldır, sırtımdan bir ağrı vuruyor. Müthiş ızdıraplı, acı veriyor, şimdiye kadar iyi geçindik, ama artık, bir çaresine bakmalıyız. Müsait olduğun bir gün hastaneye gidelim. Yanımda bulun.” Zorlanarak, sanki hiç bir şeyi yokmuş gibi bir eda ile söyledi. Alnında bulgur bulgur ter birikti, mendili ile sildi, temizledi. “Ben hazırım, hemen gidebiliriz.” Dedi, Gökhan. “Zaten, epeydir bir rahatsızlığınızın bulunduğunu düşünüyordum. Söylemeye cesaret edemedim. Hemen gidelim.” Çaylarından birer yudum alarak, kalktılar. Genellikle kahvenin önünde bekleyen taksici Bıçkın Ömer’e seslediler. Bir anda geldi yanlarına. “Haydi, hastaneye” dedi. Gökhan.

Acil servis kapısına yanaştığında Bıçkın Taksici akşam ezanı okunmaya başlamıştı. Gökhan, hemen bir tekerlekli iskemle buldu getirdi. İhtiyar oturdu. Acil servis kapısında bulunan kapı doktoruna durumu anlattılar. Doktor ilgili uzmana sevk etti. Kan tahlilleri, filmler derken geceyi hastanede geçirmesine karar verildi. Hastanenin ikinci katındaki iki kişilik odaya yatırdılar ihtiyarı. Gece yarısını bulmuştu koşuşturmalar.. Tedbirsiz geldiklerinden hastaneden uydurulan bir hasta entarisini giyerek yatırmışlardı. Yatış kararını veren doktor odaya uğradı, hemşirelere gerekli talimatları verdi. Doktor, “Böbreklerden birisi iflas etmiş. Kesin karar yarın verilir, ama bu durumda bırakamayız. Bu güne kadar nasıl yaşadınız dede?” Dedi. İhtiyar,  “gül gibi, kardeş gibi yaşadık geldik, ama tuş etti bizi mübarek, dayanacak gücümüz kalmadı.” Doktor gülümsedi. Çıktı gitti. Gökhan’a teşekkür etti ihtiyar. Evin anahtarını verdi, çamaşırlarının yerini tarif etti. “Sana zahmet olacak, yarın bir torbaya koyuver ve getir buraya. Sen şimdi git. Çok yoruldun. Yarın derslerin var. Derslerini ihmal etme. Bu yıl bitsin.” Tamam diyerek çıktı dışarı Gökhan.

Gecenin karanlığı tüm yoğunluğu ile çökmüştü şehrin üstüne. Soluk sokak lambaları aydınlatmaya çalışıyordu kaldırımları. Ayağını sürüyerek yürüyor, kapanmakta olan gözlerini zar zor açık tutuyordu. Bir an evvel eve varıp kendini yatağa atmalıydı. Yürürken, yarın yapılacak işlerin planını da hazırladı zihninden. Eve ulaştığında kapıyı nasıl açtığını bile bilemeden doğru yatağa koşturdu, başını yastığa koyduğunda uykuya geçmişti bile.

Hafiften esen ılık bir meltem saçlarını savuruyordu. Yavaş yavaş ilerledi yıkıntıların içinden. Gök yüzü masmavi, içinden ferahlık akıyordu. Harabenin orta yerinden geçerek ilerdeki dağa çıkmayı hedefliyordu. Biraz tabiatın güzellikleri içinde, kendisi ile baş başa kalmaktı derdi. İlerideki çınarın dibinde biraz mola verebilir, yanındaki pınardan susuzluğunu giderebilirdi. Ayağına bir taş takıldı, tökezledi. Düştü yere. Yumuşak toprak yığını idi burası. Biraz öylece kaldı. Vücudunun ağırlığı ile toprak hareket ediyordu. Kolu adeta kuyu gibi olan bu yere sarktı. Eline bir şeyler dokundu. Ürktü birden. Çekmek istedi elini . Nesne yapışmıştı adeta eline. Tuttu. Dışarı çıkardı. "Bu ne" diye bağırmak istedi. Altın gibi, mücevher gibi kıymetli bir madde idi elindeki.

Birden bire uyandı. Besmele çekip, doğruldu. Saatine baktı. 9 olmuştu. Hemen kalktı. Acele ile giyinip çıktı dışarı.

***

Bir naylon torbaya, iç çamaşırlar, terlik, pijama, temiz gömlek koymuş, kilidi çeviriyorken İhtiyar’ın yan komşusu kapıyı açtı. “Aaa, kimsiniz siz” dedi. “Amca’ya ne oldu?, Napıyorsunuz?” Sorular peş peşe gelmişti. “Şey” dedi Gökhan. “Amcayı hastaneye yatırdılar, ben çamaşır, pijama almaya geldim.” Komşu şaşırmıştı. Çocuklarına haber verdiniz mi?” Ah. Gerçekten unutmuştu Gökhan, Oğuz’u tanıyordu. Hemen cep telefonunu çevirdi, babasının hastaneye yattığını, kendisinin eve gelerek, lüzumlu eşyaları aldığını ve götüreceğini anlattı. Hastane adresini verdi.

Saat On Bir sularında hastaneye vardı.  Gece boyunca ve sabah mesaisinden itibaren ihtiyarın tetkikleri, araştırmaları, tahlilleri, filimleri..yapılmış ve kesin karar verilmişti. Böbreklerinden birisi alınacaktı. Artık vazife görmediği gibi, çürümeye yüz tutmuştu.

“Evlat” dedi. İhtiyar. “Sen olmasan ben ne yapardım. Nasıl başarırdım tüm bunları. Sayende şifa bulacağız.” Dedi. Gökhan dün gördüğü rüyadan bahsedecek oldu ihtiyara. “Takılma oralara, geç.” Dedi. “Dünyanın bin bir türlü hali vardır, güzellik senin içinde olduktan sonra..”

***

Elinde çamaşır torbası ile bu kapıdan dışarı çıkalı Dört ay geçmişti. Yavaş yavaş merdiven basamaklarını tırmandı. Elindeki sarı renkli zarfı bir oyana, bir buyana çeviriyordu. Elleri terlemişti. İkinci kattaki ihtiyar’ın evinin önüne geldiğinde bir heyecan kapladı tüm vücudunu. “Bismillah” diyerek elini zile dokundurdu. Biraz geri çekilip bekledi. İhtiyar, ameliyat olalı dört ay olmuştu. Zaman zaman telefon ederek hatır sorar, bir ihtiyacı olup olmadığını öğrenirdi. Bu arada alt sınıflardan kalan derslerle birlikte bu dönem On Bir ders birden almış, epeyce zorlansa da tamamını başarı ile vererek, hem de önemli derecelerle bitirerek çıkış belgesini almıştı. Kapı açıldı. İhtiyar kapıda belirdi. “Oooo, dedi. Gel, hoş geldin.” Mahcup bir tavırla kapının önünde ayakkabılarını çıkardı. İçeri girdi. kapıyı kapattı.  Elindeki zarfı ihtiyar’a doğru uzatarak. “Baba bitti nihayet” diyebildi. “Eh, işte! Rüyada gördüğün mücevher bu idi. Hayırlı olsun. Şimdi millet, vatan senden hizmet bekliyor. Tez bir iş bulasın ve çalışmaya başlayasın.”

“İnşallah..” diyebildi.

İhtiyar’ı iyi bulmuştu, hiç bir sıkıntısı yoktu, hatta çay kaynatma işini bile ihtiyar yapmıştı. Uzun süre sohbet ettiler. Gece yarısı izin alıp çıktı.

Hayatında yeni bir dönemin başlangıcı, yeni dünyalarda yeni olaylara doğru zaman ilerliyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...