25 Eylül 2010 Cumartesi

Hayal dünyasında oyalanmalar!

1.Cümle; “İnsan-ı kâmillerin, ermişlerin, bilge insanların, mütevazi şahsiyetlerin dölyatağı, yatağı, kaynağı olan bu güzîde ve güzelim şehir,”

2.Cümle; “Düşündükçe hafakanlar basıyor zihnimi: Nasıl olur da, dünyanın en güzel şehirlerini inşa etmiş bir medeniyetin çocukları, Balkanların sınır boylarından Macaristan'ın, İtalya'nın içlerine, Suriye'den taa Yemen'e kadar bugün hâlâ yaşayan, yaşatılan -San Rameo, Saraybosna, Üsküp, Cenova, Şam ve San'a gibi- bütün şehirlere can vermiş, ruh üflemiş İstanbul gibi dünyanın incisi bir şehri bu kadar katledebilirler, aklım, havsalam almıyor gerçekten!”

3. Cümle; “İnsana baktığınızda şehri, şehre baktığınızda da insanı görürsünüz. Bugün katledilmiş, mahvedilmiş İstanbul'a baktığınız zaman, ne görüyorsunuz, nasıl bir insan görüyorsunuz; düşünmekte fayda var, derim.”

Yusuf Kaplan 24.09.2010 tarihli Yeni Şafak Gazetesindeki köşesinde yazıyor bu cümleleri, “Şehir olarak insan” başlıklı makalesinde.

*****

Kafası karışık, zihni bulanık yazarın. Hem yorgun, hem bitkin. Özgürlüğü tanımıyor. Bildiği hürriyet, yaşadığı ilim ortamı, bulunduğu bilgi seviyesi tamamıyla esaretin acılı halini tattırıyor. Unutulası kabullerinin esiri. Bilemediği alemlerin, yanlış bilgililerinin, bir nevi kölesi durumu. Yanlış yorum, hatalı tefsir, eksik şerhlerle anlatılan, tarihi veri ve kişiliklerin, üzerindeki olumsuz etkisini atamayan, kendisini de sorumlu tutmaya çalışan, namuslu, içten, cesur yazar. Cesareti, seçerek kullandığı kelimelerde gizli. Kelimeler, mananın taşıyıcısı. Eskimiş, yorulmuş. Bir (tenhada)! dinlenmesi, enerji yüklenmesi gereken, (tatilin)! ise gerektiğini anlamazlıktan gelen bir ince, yumuşak deha. Kimsenin umursamadığı konuları dert edinip, çareler bulmaya çalışan bunalmış bir insan.

Izıdıraplı, hüzünlü kalplerde yeşerir, ne yeşerecekse. Hüznü bulmuş yazar, kalbe ızdırap yerleşmiş. Vücut, beyin, kalp… harap olmuş. Şimdi bir usta kazmacı bu harabeyi kazmalı ve cevheri çıkartmalı ortaya. Birinci cümlede anlatıyor. insan-ı kamilleri, erenleri… ‘kazma’cı onlar. Yazar da tanıyor ‘O’nları, veya tanıdığını sanıyor, fakat nasıl oluyor da işe girişemiyorlar, marşa basmıyorlar? yoksa, yazarın tanıdıkları anlatmak istedikleri değil mi?

Zamanı gelmeden gül açmaz, bülbül ötmez derler.

“İlmin Şehri” kelamını yerleştirmiş yazının bir yerine. Sonra da alıntıladığımız üçüncü cümlede; “insana baktığınızda şehri, şehre baktığınızda da insanı görürsünüz” diyor. Ne güzel cümle. Hayattaki tek arzuları, güzel cümleler kurmak. Güzel cümle kurunca her şey tamam, öyle mi? azınlığa hiçbir şey ifade etmeyen, çoğunluğun hoşuna gidebilecek güzel cümleler. “İlmin Şehri” ile, kendi cümlesindeki “şehir” aynı kelime. Fakat aynı Kelime değil. Birincideki “Şehir” İnsan-ı Kamil’in tarifidir. İkinci cümlede şehir, yaşanılası medeniyetin vücudu. Mecazlar denizinden alınan her damla suyun tadı her ağıza göre değişir. Duyan her kulağa göre değişir. Evrensel olma durumudur bu.

Esaretten kurtulmanın yolu yeniden esarettir. Öyleyse Sayın Kaplan’a “İlmin Şehri” ni bulmasını ve kul olmasını tavsiye etmek en iyisidir. Böylece “özgürlüğü”de yaşayacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...